Sanayicinin, Hükümet programlarında ve Merkez Bankası açıklamalarında belirtilen hedeflere göre aksiyon aldığına dikkat çeken Gebze Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı Vahit Yıldırım, son alınan faiz kararlarının ve sonucunda hızla yükselen döviz kurunun tüm parametreleri değiştirdiğini, sanayicinin hedeflerinin de alt üst olduğunu dile getirdi.
Ekonomi gündeminde faiz-döviz sarmalı sıcak konu başlığı. Sanayicinin gündeminde de ayrıca bir yeşil mutabakat başlığı var. Bu güncel konuları sanayinin kalbinde, Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde Yönetim Kurulu Başkanı Vahit Yıldırım ile konuştuk.
Ekonomide yakıcı gündemi konuşarak başlayalım isterseniz. Malum; döviz kuru yükselişleri devam ediyor. Siz sanayici olarak bu gidişi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Döviz kuru artışı hiçbir zaman ne sanayiciyi ne de ihracatçıyı mutlu etmiştir. İhracatçıyı ne zaman mutlu eder? Katma değerli bir ürünü yüzde 70-80 yerli girdiyle, yüzde 20-30 ithal girdiyle üretebiliyorsa mutlu eder. Tersi durumda bu artış işletme sermayesi yetersizliğine yol açar. Ayrıca kısa süreli ciddi iniş-çıkışlar ve kur farkları sebebiyle ciddi zarar etmenize sebebiyet verebilir. İstisna olarak kar da edilebilir, ancak gerçek sanayici böyle kar etmek istemez. Dolayısıyla bu durum genelde kardan ziyade hep zararla sonuçlanır.
Diğer taraftan biz sanayiciler, hükümet programlarında, Merkez Bankası’nın açıklamalarında belirtilen hedeflemelere bakarak, makul bir hata payıyla bütçe hedeflerimizi oluştururuz. Yüzde 1-2 sapma kabul edilebilir ama yüzde 10-20 sapma olursa büyük sıkıntılarla karşılaşırız. Şu an karşı karşıya kaldığımız güncel sorunların başında da bu geliyor.
Merkez Bankası (TCMB), politika faizini yüzde 18’den yüzde 16’ya indirdi. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önemli bir karar. Ancak az önce döviz kuru yükselişine dikkat çektim. Bu sapmalar biz sanayicileri olumsuz etkiliyor. Ayrıca bir önceki indirimin bankaların uyguladığı kredi faizlerine yansımasını görmedik. Bu karardan sonra ne kadar yansıyacağını göreceğiz. Ama bu inişlerin, çıkışların ya da alınan aksiyonların, reel kesime bir fayda getirdiğini düşünmüyorum. Halbuki, piyasa TL’de yüzde 19 gibi bir faizi, Euro’da 9.70 ile 10 arasında, Dolar’da da aşağı yukarı 8.30-8.50 arasında bir kuru kabullenmişti. Bütün aksiyonları buna göre almıştı, sistemini buna göre kurmuştu. Bu yıl sonuna kadar da bununla ilgili bir sorun yaşamayacağını düşünerek devam ediyordu. Güzel de gidiyordu. Faiz düşüşüyle ilgili Merkez Bankası’nın hiçbir aksiyon alacağı düşünülmüyordu. Şimdi bütün parametreler değişti. Ne bireyin, ne şirketin, ne de ülkenin kar ettiğini düşünüyorum. Hizmet sektörü kar etmiştir. Ama onun dışında bu ülke için gecesini gündüzüne katan, bu ülke için gerçekten çabalayan hiç kimsenin bu konuyla ilgili memnun olduğunu ben düşünmüyorum.
TL’yi bu kadar değersizleştirmek kimin menfaatine?
Ülkeyi seven hiç kimsenin menfaatine olmaz. Bir de bu işin psikolojik tarafı var. Bakıyorsunuz, bugün dünyanın en geri kalmış ülkeleri karşısında paramız değer yitiriyor.
Bir de şu deniliyor; döviz kuru artışı yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesini tetikleyecek. Doğru mu bu sizce?
Bu doğru olsa birçok sanayi yatırımı olurdu. Hizmet sektörü için doğru olabilir. Çünkü hizmet sektörünün girdileri TL cinsindendir. Dünya geneline baktığımızda, gerçek yatırımcı bu tür iniş-çıkışlı istikrarsızlığa gelmez. Ancak sıcak para dediğimiz sermaye, spekülatif yatırım amacıyla gelebilir.
Öte yandan benzeri bir argüman ihracat rakamları yorumlanırken kullanılıyor. Dün 600 dolara hammadde alıp üretiyor ve ihraç ediyordum. Bugün aynı üretimi ve ihracatı 1.250 dolardan gerçekleştiriyorum. Bu durum, kağıt üzerinde ihracatı iki katına çıkmış gösteriyor. Ne kadar güzel değil mi? Bunu hepimiz biliyoruz. Gurur duyuyoruz, siz de gurur duyuyorsunuz, hepimiz gurur duyuyoruz ama cebimize baktığımızda, fark eden bir şey yok. Bir de böyle bir tehlike var. Artık kendi kendimizi kandırmayalım.
Peki, Türkiye İhracatçılar Meclisi bu konuyla övünüyor beyanlarına baktığımızda…
Hepimiz övünürüz de bu işin gerçeğini hepimiz biliyoruz. Samimi olmak lazım. Eğer samimi olursak, gerçeklerle yüzleşirsek o zaman doğru şeyleri bulabiliriz. Ama samimi olmayıp popülist bir yaklaşım sergilersek, bazı şeyleri gizlersek ve birbirimizi suçlarsak bu olmaz.
Bu popülizm Türkiye’yi nereye götürür sizce?
Tabii, bir yere götürmüyor. Birey olarak, aile olarak, şirket olarak bu kadar olumsuzluğa rağmen ayakta kalmaya çalışıyoruz. Bunu önce bankalardan kredi kullanarak yapabiliyoruz. Daha sonra varlık satışı yapıyoruz. Bunlar da yeterli olmadığında aileden, yakınlardan, arkadaşlardan borç almaya çalışabilirsiniz. Eşinizle dostunuzla ilişkileriniz bozulur. Dolayısıyla bu süreç aileyi, toplumu ve ekonomiyi mahvediyor.
Bir dönem biz Endüstri 4.0 diye tartışırken şimdi Avrupa’da belli ülkeler 5.0’ı konuşuyor. Biz Türkiye olarak neredeyiz sizce?
Bizim kültürümüzde şu var. Bir konuda çok hızlı aksiyon almayla ilgili heyecan duyarız. Sonraki günlerde bu heyecan azalır ve sonrasında konu tamamen unutulur. Endüstri 4.0 konusunda da aşağı yukarı böyle oldu. Bugüne kadar işletmelerimiz, çalışanlarımız, üniversitelerimiz ve devletimiz bu yönde ne yaptı? Ne kadar yol aldık? Bunları irdelememiz gerek.
Sanayimizin gündeminde bir de Avrupa Yeşil Mutabakat’ı var. Sanayi altyapımız ve üstyapımız buna uygun mu?
Bizim bu konularda ön almamız gerekirken, ne yazık ki kış uykusuna yatıyoruz. Avrupa Yeşil Mutabakatı iki yıl önce oluşturuldu. En büyük ticaret ortağımız olan Avrupa Birliği bunu imzaya açtığında, bizim de; “bu nedir, bizi nasıl etkiler, ne yapmamız gerekir?” diyerek harekete geçmemiz gerekirdi.
Yeşil Mutabakata iki açıdan bakmamız gerek. Birincisi, küresel güçler bu anlaşmayı bizim gibi ülkelerin üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanacaktır. Diğer taraftan, belli ülkelerin bu anlaşmanın hedefleri konusunda samimi çabaları nedeniyle bizim ticaretimizi kısıtlayacak yaptırımların yaratacağı bir baskı söz konusudur. Şahsi fikrim, bu anlaşmaya uyum sağlamamız, sanayimiz açısından olmazsa olmazdır. Türkiye bu konuda mevzuat değişikliğine giderken, organize sanayi bölgeleri daha organize oldukları için mevzuata konulmalıydı.
Diğer taraftan Türkiye’deki sanayi, dünya devi birçok Avrupa markasına üretim yapan bir yan sanayi görünümündedir. Bu markalar, Yeşil Mutabakat hedefleri doğrultusunda, bizim işletmelerimize da bazı hedefler vereceklerdir. Bu hedeflere uyum sağlanamazsa, gelecek yaptırımlar üretimimizi ve ihracatımızı olumsuz etkileyecektir.
Enerji kullanımında da bu mutabakata uyum gerektiğinden enerji firmaları sanayi firmalarının kullandığı yenilenebilir enerjiyi belgelemek için sertifika sistemine geçecek. Bundan dolayı da işletmelerin enerji maliyetlerinde artış olacak. Bu gelişme çok hızlı gündeme gelecek. Türkiye şu an bunun için hiçbir hazırlık yapmıyor. Organize sanayi bölgeleri özelinde, hammadde ve enerji bizim için olmazsa olmaz. Bugün, organize sanayi bölgeleri kendi bölgeleri dışında alanlar alıp ya da kiralayıp, kendi yenilenebilir enerjisini üretip, kendi katılımcılarına veremez. Çünkü bunu mevzuat yasaklıyor. Bir firma bireysel olarak bunu yapabiliyor. Oysa bunu OSB’lerin konsolide bir şekilde yapabilmesi gerekir.
Son olarak yurt dışında GOSB modeliyle organize sanayi bölgeleri kurma çalışmalarınızın son durumunu konuşalım…
Pandemi nedeniyle son dönemde birçok görüşmeyi online olarak gerçekleştirdik. Ancak bu şekilde bir yere kadar işleri yürütebiliyoruz. Şu anda en hızlı hayata geçecek olan projelerimiz, Umman ve Sırbistan’da bulunuyor. Umman Sultanlığı ile geçtiğimiz mayıs ayı içinde, kurulması planlanan organize sanayi bölgesine yönelik bir işbirliği anlaşması imzaladık. Hint Okyanusu kıyısında, yaklaşık 10 milyon metrekarelik tamamen özerk bir sanayi bölgesi oluşturulacak. Bu süreçte, projeyi sahiplenerek yaptığı önemli katkılardan dolayı Muskat Büyükelçimiz Ayşe Sözen Usluer’e teşekkürlerimi dile getirmek isterim. Sırbistan ile temaslar ve incelemeler devam ediyor. Orada da hızlı yol almayı umuyoruz. Onların arkasından da Özbekistan ve Kazakistan projelerimiz hayata geçecek. Özbekistan ve Kazakistan ile işbirliği protokollerini 2019 yılında imzaladık. Özbekistan’da Taşkent’te, Kazakistan’da Aktobe Bölgesi’nde organize sanayi bölgelerini kuracağız. İlk başladığımız Tataristan projesinde; Tataristan’ın özerk bölge olmasından dolayı Rusya’da ilgili mevzuatın değişmesi gerektiği için çok yol alamadık.