Avrupa, tarih boyunca demokratik değerlere vurgu yaparak, özgürlük ve insan haklarına duyduğu derin bağlılığı ile bilinir.
Ancak, son yıllarda Avrupa, demokrasi sorunlarının yanı sıra artan güvenlik endişeleri ile karşı karşıya kalmakla beraber, birçok tartışmayı da beraberinde getirmektedir.
Avrupa’da popülist liderlerin ve partilerin yükselmesi, demokratik değerleri de tehdit etmektedir. Parti ve liderlerin popülist hareketleri, etnik ve dini ayrılıkları körükleyerek, toplumsal bütünlüğü zayıflatan bir sürece evrilmesine neden olmaktadır.
Göçmenlik meseleleri, birçok Avrupa ülkesinde artan ırkçılık ve İslamofobiyle birleşerek, demokratik değerlere zarar vermeye başladı. Bu durum, toplumsal kabulü ve eşitlik ilkesini sarsacak noktalara geldiği de görülmektedir.
Özellikle Avrupa ve gelişmiş ülkeler, terör ve siber saldırılara karşı giderek daha önemli kararlar almaya yönelmiş ve bunu da bir tehdit unsuru olarak görmeye başlamışlardır.
Bu tehditler değerlendirilirken, özellikle göç sorunu gündemde tutulmak istenmektedir. Dünyada yaşanan ekonomik ve savaş sorunlarından olumsuz etkilenen kesimlerin, gelişmiş ülkelere yerleşmeyi bir kurtuluş olarak görmeleri göç sorununu sürekli gündeme taşımaktadır.
Bir taraftan yoksulluk ve savaş esaretinden kurtulmaya çalışan bir kesim, öte yandan konforunun bozulmasını istemeyen bir toplumsal yapı.
Göçmenlik artık zenginlik olmaktan çıkmış, güvenlik sorunu haline getirilmiştir. Bu sorunun sadece güvenlik meselesi olarak ele alınması, yıkıcı ve anti demokratik uygulamaların geliştirilmesine vesile olmasına yol açmıştır.
Bu göç sorunu, çok boyutlu ve sosyolojik gelişim ve değerlendirmeler ışığında ele alınmalıdır.
Bu bir insanlık ve vicdan konusudur.
Bu hassas konuda, toplumların demokratik değerlere ve güvenlik konularına duyarlılıklarını artırmak için, eğitim ve bilinçlendirme çabalarına ağırlık verilmelidir.
Avrupa’nın demokratik değerlerle baş etme ve güvenlik endişeleriyle mücadele etme süreci karmaşık ve zorlayıcı olabilir.
Ancak, etkili stratejiler ve bölgesel iş birliği ile Avrupa bu zorlukları aşabilir ve hem demokratik değerleri hem de güvenlik konularını daha sağlam bir temel üzerine inşa edebilir.
Göç, genellikle bir tehdit olarak değerlendirilmemeli; bunun yerine, doğru yönetildiğinde ve sürdürülebilir politikalarla desteklendiğinde, göç zenginlik potansiyeli taşıyan bir olgu olarak ele alınabilir. Göç, bir ülkeye farklı beceri setlerine sahip bireylerin gelmesiyle ekonomik, kültürel ve demografik açıdan çeşitliliği artırabilir.
Göç, yaşlanan bir nüfusa sahip ülkelerde genç ve çalışabilir nüfusun artmasına katkıda bulunabilir, böylece sosyal güvenlik sistemlerini destekleyebilir.
Göç, farklı kültürleri bir araya getirerek inovasyonu teşvik edebilir. Farklı perspektiflerden gelen bireyler, yeni fikirlerin oluşmasına ve kültürel çeşitliliğin zenginleşmesine katkıda bulunabilir.
Büyük göç dalgaları, bazı durumlarda işgücü piyasasında rekabeti artırabilir ve yerel işsizliği etkileyebilir.
Farklı kültürlerden gelen bireyler arasında kültürel uyumsuzluklar, toplumsal gerilimlere ve ayrışmalara neden olabilir. Ancak, bu toplumsal kabul normları içinde faydaya çevrilebilinir.
Göç, genel olarak yerine getirilmesi gereken dengeli ve adil politikalarla yönetilmelidir. Bu politikalar, hem göç eden bireylerin haklarını korumalı hem de yerel toplulukları etkili bir şekilde yönetmelidir. Zenginlik ve göç arasındaki ilişki, doğru politika yaklaşımlarıyla bir araya getirilerek, toplumlar arasında daha olumlu bir etki yaratabilir.
Bazı sağ partiler, göçmenlere yönelik artan bir önyargı ve İslamofobi ile destek buldu. Terör saldırıları ve güvenlik endişeleri, bu partilerin sert göçmen ve azınlık politikalarını savunmalarına olanak tanıdı.
Bu faktörler bir araya gelerek, sağ partilerin popülerlik kazanmasına neden oldu. Ancak, her ülkede bu eğilimin farklı nedenleri ve etkileri bulunmaktadır.
Avrupa genelinde sağ partilerin yükselişi, karmaşık bir politik ve toplumsal bağlamın sonucudur.
Esas olan insan faktörü ve toplumsal değerlerdir. İnsanı ve toplumsal birlikteliği sağlayacak olan değerlerin göz ardı edilmesi, günümüz dünyasının nasıl bir açmaz ve belirsizlikle karşı karşıya kaldığını göstermektedir.
Irkçı ve göç karşıtı politikalara karşı her ülkenin ve toplumun benimsemesi ve uzun vadede toplumsal huzuru sağlayabilmesi için, ileri sürüldüğü gibi; asimilasyon, entegrasyon, uyum gibi ayrıştırıcı söylemlerin ötesinde toplumsal kabulü esas almak en doğru olanıdır.
Demokrasi kurallar bütünüdür. Kişi hak ve özgürlüklerine saygıyla başlar, toplumun birbirini anlamasına götürür.
Demokratik değerleri gelişmesinin itici gücü yapamayan ülkeler, istikrarlı kalkınmayı, sosyalleşmeyi, insan haklarını hiçe saymış olur.
Göç, insan hakları sorunudur. Bu hakkı kullanması için her insanın bir değer olarak görülmesi ve ırk temelinde bakılmaması gerekmektedir.
İnsan olma genlerinin ön planda tutularak, evrensel bakış açılarının hayatın her alanına yansıması işleri daha da kolaylaştıracaktır.