
Dünyadaki hızlı gelişmeler birçok alanda kendisini hissettiriyor. Ekonomideki alan kapma yarışı, teknoloji, yapay zekâ ve 21. Yüzyılın ikinci çeyreğine girerken Türkiye hem kendi iç dinamiklerinden hem de küresel gelişmelerden kaynaklanan sancılı bir değişim sürecinin eşiğindedir.
Uzun yıllardır süren silahlı çatışmalar, etnik ve kültürel kutuplaşmalar, demokratikleşmenin önünde duran yapısal engeller, artık sadece siyasi çözüm arayışlarını değil; toplumsal barışı kurma fikrini de zorunlu hale getirmiştir.
Bu bağlamda “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” idealinin, salt güvenlikçi politikalarla değil; katılımcı, demokratik ve kapsayıcı bir toplumsal sözleşmeyle mümkün olabileceği giderek daha fazla kabul görmektedir.
Gerçekleşen toplantıların açık, şeffaf ve birbirini anlama bağlamında aksaklıklara rağmen yol aldığını görmekteyiz. Dil konusunda takınılan tavrın ilerideki toplantılarda daha evrensel bakış açısıyla hareket edileceği ve çözüleceği görülmektedir.
Bu sürecin en dikkat çeken yönlerinden biri, muhalefetin en büyük partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu konuda daha cesur, daha kapsayıcı bir yaklaşım sergilemeye başlamasıdır. CHP’nin, geçmişte kimi zaman mesafeli durduğu kimlik temelli sorunlara dair artık daha açık ve diyalog odaklı bir tutum geliştirmesi, barış arayışının meşruiyet zeminini genişletmektedir.
Genel Başkan Özgür Özel’in etrafındaki ya da etrafında görünüp kendisini yönlendirmeye çalışan statükocuları dinlemeyerek geleceği doğru okumasının olumlu yansımaları oldu. Bu tutum sadece Kürt (Demokrasi) sorunu gibi tarihsel yaralara değil; aynı zamanda adalet, hukuk ve sosyal devlet gibi temel konulara da daha bütünsel bakabilmektir. Bu yaklaşımın kalıcı çözümler getireceğini çok iyi bilen siyasetçilerden biri de Özgür Özel’dir.
Toplumun geniş kesimlerinde gözlemlenen pozitif beklenti, barışın sadece bir siyasi proje ya da dış dayatmalarla değil, aynı zamanda insani ve ahlaki bir zorunluluk olarak kabul gördüğünü göstermektedir. Bu beklenti; farklı etnik, dini ve mezhebi kimliklerin eşit yurttaşlık temelinde kabulünü, aidiyet duygusunun güçlendirilmesini ve “tek millet, tek kimlik” anlayışına dayalı dışlayıcı anlayışların terk edilmesini zorunlu kılacağı bilinmektedir.
Bu noktada karşımıza çıkan en büyük engellerden biri, ulusalcılık adı altında sürdürülen tekçi, otoriter ve şovenist zihniyettir. Bu anlayış, çokluk içinde birlik fikrine karşı çıkarak; farklılıkları tehdit unsuru olarak kodlamakta, devleti toplumdan üstün bir yere yerleştirmekte ve toplumsal barışın önündeki en temel zihniyet barikatlarından birini oluşturmaktadır.
Bu türden reflekslerin temelinde; tarihsel travmalar, ulus-devlet inşasının kırılganlığı ve devletin halktan daha kutsal olduğu inancı yer almaktadır. Ancak modern demokratik toplumlarda bu anlayışların miadını doldurduğu ve yerini çoğulcu, katılımcı ve eşitlikçi anlayışlara bıraktığı görülmektedir.
Bu toplumsal mutabakat; Türkiye’ye sadece barışı değil, aynı zamanda ekonomik kalkınmayı, siyasal istikrarı ve uluslararası saygınlığı da beraberinde getirecektir.
Uzun yıllardır kimlik çatışmalarıyla enerjisini tüketen bir toplumun, kaynaklarını artık ortak geleceğe yönlendirmesi gerekmektedir. Bu da ancak karşılıklı güven, empati ve samimiyetle inşa edilecek yeni bir toplumsal mutabakatla mümkündür.
Terörsüz, huzurlu, demokratik bir Türkiye ideali, yalnızca belli bir siyasi kesimin değil; bütün yurttaşların ortak arzusu haline gelmelidir. CHP’nin bu sürece katılımı, AK Partinin genel dış ve iç konjonktürü iyi okuması, MHP’nin beklenmeyen açılımı ve tutarlı duruşu, DEM ’in sabırlı, tahrik içermeyen söylemleri ve toplumun değişen beklentileri, bu ideali artık ulaşılabilir kılmaktadır. Yeter ki; geçmişin korkuları ve alışkanlıkları değil, geleceğin umutları ve ihtiyaçları temel alınsın.
Yeter ki; saplantılardan, eskinin klasik manipülasyonlarından arınarak hareket edilsin. İnsan kimliğinin ve demokratik değerlerin öne çıkmasına engel teşkil eden ilkel ve gerici yaklaşımlardan uzaklaşılsın.
Türkiye’nin toplumsal barışı için atılan adımlar, sadece siyasal alanın değil, toplumsal yaşamın bütün katmanlarını doğrudan etkileyen bir dönüşüm sürecidir. Farklı kimliklerin, inançların ve kültürlerin ortak bir demokratik zeminde buluşması; toplumsal güvenin yeniden inşasına, sosyal adaletin güçlenmesine ve ortak yaşam kültürünün derinleşmesine katkı sunar.
Sosyolojik açıdan bu süreç, ötekileştirmenin azalması, aidiyet duygusunun artması ve kuşaklar arası barış dilinin gelişmesi gibi önemli sonuçlar doğurur. Uzun vadede toplumsal barış hem bireysel mutluluğun hem de toplumsal refahın en güçlü teminatı olacağı sosyal bir gerçekliktir.
Kalkınmayı, huzuru, barışı, bir arada birlikte yaşamayı arzu edenlerle; maalesef barışı, kardeşliği, gelişmeyi hazmedemeyip kendine dert edinenlerin yol ayrımında olduğu bir süreci yaşamaktayız.
Bugün yaşadığımız ekonomik, sosyal ve siyasal problemlerin ana dayanağı; kendi içimizde yaşatamadığımız birliktelik ve demokrasi geleneğidir.
