
Bugünün iş dünyasında şirketlerin ürün kalitesi ya da finansal gücü artık ayırt edici olmaktan uzaklaştı. Gerçek farkı yaratan, kurumların kimliği, neye inandığı ve bu inancı gündelik hayata ve iş dünyasına nasıl yansıttığı. Bu bağlamda, uzun vadeli başarıyı belirleyen en kritik unsurlardan biri, çoğu zaman arka planda kalan kültür yatırımıdır.
Özellikle genç ve enerjik iş gücüne sahip ekonomilerde, büyüme stratejileri teknolojiyle desteklenmekle birlikte, insan odaklı ve değer temelli bir yaklaşımla bütünlenmedikçe kalıcı sonuçlar vermiyor.
Yeni nesil çalışanlar için kariyer tercihleri, ücret paketleri ya da unvanlardan çok daha fazlasına dayanıyor. Onlar için çalıştıkları kurum, bir iş yerinden öte, kendilerini ifade edebilecekleri, etki yaratabilecekleri ve anlam bulabilecekleri bir alan.
Kurumun inanç sistemi, içerideki iletişim dili, liderlerin tutumu ve bu alanda yer alan tüm paydaşlar arasındaki ilişki biçimi seçmiş olduğu tercihlerde-mesleki yetkinliklerinde belirleyici rol oynuyor. Bu noktada kültür, kurum içindeki atmosferi değil, dışarıya yansıyan itibarı ve yetenek çekme gücünü de doğrudan etkiliyor.
Kurumsal kültür, yazılı değerlerden ya da sunumlarda paylaşılan vizyon cümlelerinden ibaret olmamalı. Esas olarak kriz anlarında verilen tepkilerde, yöneticilerin sergilediği davranış kalıplarında ve karar süreçlerinde daha belirgin olarak karşımıza çıkıyor. Çalışanlar neyin ödüllendirildiğine, neyin görmezden gelindiğine ve hangi davranışların sessizlikle karşılandığına bakarak kültürün gerçek yüzünü algılayabiliyor. Bu algı, kuruma duyulan güvenin temelini oluşturuyor.
Bir kurumun sürdürülebilir başarısı, kuruma değer kazandıran, aidiyet duygusu ve katılımıyla güçlenir. Bu bağlamda kültür, performans yönetiminden bağımsız düşünülmemeli. Adalet duygusu, şeffaflık, psikolojik güven ve kapsayıcı bir iletişim ortamı yaratılmadıkça, motivasyon geçici, bağlılık yüzeyseldir. Liderlerin çizdiği stratejilerin sahada nasıl yaşandığı, bu atmosferin kalitesini belirler. Artık kültür, yöneticiler için bir iç iletişim meselesi değil, doğrudan yönetsel bir sorumluluktur.
Türkiye gibi hızla dönüşen ve küresel rekabette güçlü bir konum hedefleyen ülkelerde, kurumların kültürel sermayesi ekonomik büyümenin temel taşıdır. Yatırımların gerçek değeri, onları yöneten insan kaynağının niteliği ve kuruma bağlılığıyla ortaya çıkar. Bu nedenle kültür, ülke ölçeğinde de stratejik bir gündem maddesi haline gelmeli. Sadece memnuniyet anketleriyle ölçülen bir unsur ve ya geri bildirimler yerine aynı zamanda kurumun direnç kapasitesini belirleyen bir yapı göz önünde bulundurulmalıdır.
Liderlerin kendilerine sorması gereken temel bir soru var: Burada çalışmak, profesyoneller için ne ifade ediyor? Bu sorunun cevabı, görev tanımlarının ötesinde bir anlam taşımalı. Çalışanlar için kurum, mesleki becerilerin sergilendiği bir yer olduğu kadar, kişisel değerlerle örtüşen, güven hissi veren ve etki yaratmaya olanak tanıyan bir yaşam alanı olmalı. Kültürün kalitesi, bu yaşam alanının ne derece gerçek ve samimi olduğuyla ölçülür.
Kültür yatırımı ilk bakışta görünmeyebilir, ölçülmesi zaman alabilir. Ancak etkisi derindir. İyi ve donanımlı kültürler ile oluşturulmuş bir alt yapı ve sistem yeteneği çeker, bağlılığı güçlendirir, yeniliği teşvik eder ve krizleri daha az hasarla atlatma kapasitesi sunar. Bu yönüyle kültür, bir kurumun ne yaptığı kadar nasıl yaptığına da ışık tutar. Türkiye’nin geleceğe dönük vizyonu, bu anlayışla şekillenirse daha güçlü, daha dirençli ve daha insani bir yapıya kavuşabilir.
Değerli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür eder, kurum kültürünü stratejik bir yatırım alanı olarak gören, insan odaklı yaklaşımlarla geleceği yapılandıran tüm liderlere; markalaşma yolculuklarında net vizyon, sürdürülebilir değer ve kurumsal etki açısından başarılar diliyorum.
