Şehirlerin kendilerine has sorunlarının, sıkıntılarının çözümlenmesi konusunda yerel yönetimlerin yetkilerinin son derece sınırlı olduğunu söyleyen Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, “Öncelikle Türkiye’nin yerel yönetimler açısından da büyük bir değişime ihtiyacı var. Devlet, her şeyi merkezden yürütmek istiyor. Evet, Cumhuriyetin ilk yılları için böyle bir yapılanma gerekli görülmüş olabilir. Ancak bugün birçok koşul değişti” dedi.
Eskişehir; hem şehircilik açısından hem de kültür-sanat ve sosyal alandaki projeleriyle ön palana çıkıyor. “Çok küçük yaşlardan bu tarafa Eskişehir’le ilgili hayallerim hep olmuştur. Bugün bile var” diyen Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen ile hayallerini nasıl gerçeğe dönüştürdüğünü, depremi ve kentsel dönüşümü konuştuk.
Malumunuz üzere, Kahramanmaraş merkezli depremlerde büyük kayıplar, tarifsiz acılar yaşandı… Neler söylemek istersiniz?
Yaşadığımız felaketin büyüklüğü karşısında insan söyleyecek söz bulamıyor. Gerçekten de, 7-8 saat arayla aynı bölgede, 7’nin üzerinde iki deprem, dünya üzerinde çok nadir görülen bir olay. Arka arkaya yaşanan iki büyük deprem acımızı katlayarak büyüttü. Depremde hayatlarını kaybedenlere bir kere daha Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifa, yakınlarına sabır diliyorum.
Türkiye bir deprem ülkesi. Neredeyse ülkenin tamamında aktif fay hatları mevcut. Bu gerçeği değiştirmek elimizde değil. Ancak elimizde olan, bu gerçeği bilerek, gerekli önlemleri alarak yaşamak. Şehirleşme açısından, inşaatların yapım aşamalarından başlayarak, gerekli önlemleri almalıyız. 1999 depreminden sonra yaşananları hatırlıyorum. Herkeste çok yüksek bir hassasiyet oluşmuştu. Bir kaç yıl sürdü, ancak daha sonra yavaş yavaş unutuldu. İşte 6 Şubat depremleri, böyle bir unutuşun, daha doğrusu vurdumduymazlığın sonucunda 50 binin üzerinde insanımızı yitirmemize yol açtı.
Geçmişe dönüp bir şeyleri değiştirebilmek olanaklı değil. Öyleyse geleceğe bakmalıyız. Var olan yapı stokunu hızla incelemeli, gerekli değerlendirmeleri yapmalı, arkasından da gerekenleri yapmalıyız. Bundan sonrası için de son derece katı kurallar getirmeliyiz.
Neler yapılması gerektiği konusunda hemen herkes hemfikir. Peki bu gerekenlerin hayata geçirilmesi aşamasında ne yapıyoruz? Korkarım çok az şey. Görüyorsunuz, seçim yaklaştıkça ülke gündemi doğal olarak seçimlere kayıyor. Deprem felaketi ikinci planda kalıyor.
“BELEDİYE OLARAK, BİNALARIN ENVANTERİNİ ÇIKARABİLMEK İÇİN YETKİLERİMİZ SINIRLI”
Yaşanılabilir kentler oluşturmak için Türkiye’nin nasıl bir master plana ihtiyacı var sizce?
Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de şehirlerin yeniden oluşturulması diye bir şey söz konusu değil. Ancak, dönüştürülmeleri belki mümkün olabilir. Ancak o da, son derece maliyetli bir iş. Hem ülkenin, hem de halkın buna ayırabilecekleri kaynaklar son derece sınırlı. Bakın süreç nasıl işliyor?
Belediye olarak, binaların envanterini çıkarabilmek için yetkilerimiz sınırlı. Mülk sahibi tarafından talep gelmedikten sonra, bizim kendi yetkimizle yapıdan örnek alamıyoruz. Çünkü, ortaya çıkabilecek olumsuz bir rapor sonucu mülk sahibi, “mülkünün değerini düşürdüğümüzü” ortaya atarak, şikayetçi olabiliyor. İkincisi kendisi de genellikle böyle bir talepte bulunmuyor. Kaygı yine aynı, “mülkümün değeri düşer…” Yani kısacası, işin önündeki en büyük engel, ekonomik engel. Kişi, hayatı boyunca çalışarak ancak edinebildiği mülkünün değerini korumak istiyor. Bunun için de insanları suçlayamayız.
İnanın akademik kariyerim boyunca yöneticilik yaptım, 24 yıldır da Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapıyorum. Bildiğim şeylerden biri şudur; plan yapmak, proje yapmak işin en kolay tarafı. İşin uzmanlarını bir araya getirir, kağıt üzerinde belki dünyanın en önemli master planını yaptırabilirsiniz. Planı yapmanın çok kolay olduğunu söylemek istemiyorum ama asıl önemli olan, onu hayata geçirebilmek. Yani yeterli kaynağı bulabilmek. Bu da sizin güçlü, üreten, zengin bir ülke olup olmadığınızla çok ilgili.
Yine de şunu söylemeliyim, devletin en önemli görevi, insanımızın can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Bir diğer önemli görevi de, yaşam standardını yükseltmektir. Güvenli şehirler yaratmak, var olanları dönüştürmek, herhangi bir felaket anında yanabilecek olumsuzlukları en aza indirecek, esnemeyecek, herkesin kendine göre yorumlamayacağı, katı kuralları olan radikal bir değişimin ve dönüşümün önünü açacak yeni bir düzenleme, yeni bir reform hareketi. Ve bunu, yaşamın her alanını kapsayacak şekilde genişletmek. Türkiye’nin ihtiyacı olan bu. Ve bu, bir kanun ve nizam düzenlemesinden önce, zihinsel bir devrimi gerektiriyor.
“DEVLET, HER ŞEYİ MERKEZDEN YÜRÜTMEK İSTİYOR”
Yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm konusundaki açmazları neler?
Öncelikle Türkiye’nin yerel yönetimler açısından da büyük bir değişime ihtiyacı var. Şehirlerin kendilerine has sorunlarının, sıkıntılarının çözümlenmesi konusunda yerel yönetimlerin yetkileri son derece sınırlı. Devlet, her şeyi merkezden yürütmek istiyor. Evet, Cumhuriyetin ilk yılları için böyle bir yapılanma gerekli görülmüş olabilir. Ancak bugün birçok koşul değişti. Değişmeyen şey, merkezi yönetimin tutumu. Her türlü yetkiyi elinde tutmak istiyor. Örneğin, belki de hayatında Eskişehir’i hiç görmemiş insanlar Eskişehir hakkında kararlar veriyorlar. Size yaşadığımız bir olayı nakletmek istiyorum. 2013 yılında Bakanlar Kurulu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın önerisiyle Eskişehir’deki 8 mahalleyi “Afet riskli Alan” ilan etti. Bunun üzerine biz de hemen çalışmalara başladık. İstanbul teknik Üniversitesi’nden hemen bir proje hazırlamalarını istedik. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra ortaya çıkan projeyi bakanlığa gönderdik. Bir takım değişiklikler yapmamızı istediler. İstedikleri değişiklikleri yapıp geri gönderdik. Bu arada da o bölgedeki insanlarla görüşmelerimiz sürüyor. Proje, bakanlıkla Belediyemiz arasında bir kaç kere gidip geldi. Her seferinde yeni bir şey ortaya çıkarıyorlar, farklı değişiklikler talep ediyorlar. Eh, malumunuz üzere olduğu gibi, bu işler de uzun zaman aralıkları içinde gerçekleşiyor. Hatta ben kalkıp Ankara’ya gittim, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki ile bizzat görüştüm, durumu anlattım. Bürokratlarına benim yanımda talimat verdi. Çünkü bizim projeye başlayabilmemiz için Bakanlığın olur vermesi gerekiyor. Neyse, o onay bir türlü gelmek bilmedi. Sonrasında ise, bir mülk sahibinin mahkemeye başvurması ve mahkemenin bu başvuruyu kabul etmesiyle, belediye gelen proje taleplerini, Bakanlığın tasdik işini uzatması nedeniyle yenisi yerine eski projelere göre onaylamak zorunda kaldı. Böylelikle de planın bütünlüğü bozuldu. Ayrıca vatandaşın açtığı dava nedeniyle Bakanlar Kurulunun Eskişehir’de Afet Riskli Plan yapılması kararı da ortadan kalktı. Bu örnek, bazen kentsel gelişim projelerinde yerel yönetimlerin elinden hiç bir şey gelmediğini gösteriyor.
Kentsel dönüşümle ilgili Eskişehir’in yol haritası nedir?
Şu an elimizde Porsuk 1-2, Gündoğdu-1, Gündoğdu-2 olarak üç tane Kentsel Gelişim Projemiz bulunuyor. Bir takım malum sebeplerle, projeler biraz gecikmeli devam ediyor. Pandemi, arkasından deprem felaketi, yerel yönetimlerin tüm kaynaklarını bu yönde kullanmaları nedeniyle bizi biraz yavaşlattı.
Gündoğdu-1 Kentsel Dönüşüm Projesi’nde bir bölgenin dönüşümüne ait çalışmalarımız devam ediyor. Eminim o bölgedeki dönüşüm tamamlandığında, insanların, ister istemez var olan endişelerini tamamen ortadan kaldıracak güzel bir örnek olacak.
“HAYATA GEÇİRDİĞİMİZ YENİ PROJELERLE YENİ İSTİHDAM ALANLARI YARATIYORUZ”
Birazda sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda farkındalık oluşturan projelerinizi konuşalım…
Eskişehir hem şehircilik açısından hem de kültür-sanat, sosyal alandaki projeleriyle ön palana çıkıyor. Bu benim de görüşüm olmakla birlikte benim sözlerim değil, çevremdekilerden, medyadan duyduğum sözler.
Çok küçük yaşlardan bu tarafa Eskişehir’le ilgili hayallerim hep olmuştur. Bugün bile var. Benim şansım, bu hayalleri gerçekleştirme imkanım oldu. Gerek Akademi yıllarım, gerek oradaki Akademi Başkan yardımcığı, Akademi Başkanlığı, gerekse de Anadolu Üniversitesi Kurucu Rektörü olarak, hep yönetici karar verici konumda oldum. Bu da bana hayallerimi gerçekleştirme imkanı verdi. Tümünü gerçekleştirdim mi, elbette ki hayır. Gerçekleştirmek istediğim hayallerim hala var. Tabii ekonomiyle ilgili yeni projeler ortaya koymak, yerel yönetimler olarak çok mümkün görünmese de, kıt kaynaklarımızın bir kısmını, insanların ekonomik durumlarını düzeltmeleri için yeni meslekler kazanmaları, yeteneklerini ortaya çıkarıp, kendilerini geliştirebilecekleri kurslar düzenliyoruz mesela. Hayata geçirdiğimiz yeni projelerle yeni istihdam alanları da yaratıyoruz.
Eskişehir demografik yapısı itibariyle sosyal hayatı renkli ve çeşitli bir şehir. Özellikle Balkanlardan, Kırım’dan, Kafkasya’dan aldığı göçlerle yerli halkın, önceleri çok kolay olmasa da, kaynaşmaları sonucunda farklı kültürlerin iç içe geçmeleriyle, uzlaşmacı, hoşgörülü, yeniliğe açık, güler yüzlü insanlardan oluşan bir şehir haline gelmiş. İşte biz, zaten bu renkli olan sosyal yaşamı biraz daha organize eden, biraz daha fazla çeşitli alternatifler sunan yeni projelerle destekledik.
Beni en çok mutlu eden olaylardan biri de şudur; sanat merkezleri yaparsınız, büyük parklar, yeni sosyal alanlar yaratırsınız. Ancak önemli olan, o projelerin halkta bulacağı karşılıktır. Halkın gitmediği onlarca park, halkın kullanmadığı sanat merkezleri, izlemediği tiyatrolar, dinlemediği senfoni orkestraları kursanız bile, bunların bir anlamı olmaz. İşte Eskişehir’in hem Türkiye’de, hem de dünyada yarattığı farkındalığın özünde bu var.
Tarıma da ayrı bir önem veriyorsunuz. Tarımda istihdam ve ekonomik değer yaratmak adına neler yapmaktasınız?
Tarımla ilgili yaptıklarımızı, sizinle daha önce yaptığımız röportajlarda da detaylı bir şekilde anlatmıştım. Kısaca tekrarlamak gerekirse, tarımın yaşam için olmazsa olmazlardan biri olduğuna inanıyorum. İnsanoğlu binlerce ve binlerce yıl boyunca, araba kullanmadan, televizyon izlemeden, cep telefonu, bilgisayar kullanmadan yaşadı. Gerçi şimdiki gençler, buna pek inanamıyorlar ama öyle. Ancak tarım olmadan yani karnını doyurmadan yaşaması, varlığını sürdürmesi mümkün olmazdı. Aynı güneş, oksijen yani hava gibi, toprak gibi, su gibi, onların ortak ürünü tarım da yaşamın ana kaynaklarından biri.
Çok şükür ki, bizim neslimiz çok fazla kuraklık, kıtlık yaşamadı. Şimdiki nesil ise, bir kısım ekonomik sıkıntılar dışında hiç yaşamadı. Gıdaya erişimi her zaman mümkündü. Çünkü bizim ülkemiz çok büyük ve verimli bir tarım ülkesidir. Yakın bir zamana kadar, dünyada kendi insanına yeten, hatta yurt dışına da çok miktarda tarım ürünü ihraç eden bir ülkeydik. Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan çoğu fabrikayı, yurt dışına ihraç ettiğimiz tarım ürünleri sayesinde kurabildik. Yani domates sattık, narenciye sattık, karşılığında fabrika kurduk. Örneğin Nazilli Basma Fabrikası böyle kurulmuştur. Patates sattık, soğan sattık fabrika kurduk.
İşte günümüzde tarımdaki bu gerçek giderek olumsuz yönde değişiyor. Artık yurt dışından buğday, mercimek, sarımsak gibi birçok tarımsal ürünü ithal ediyoruz. Hatta ithal edilen hayvanları beslemek için kullandığımız samanı dahi dışarıdan alır hale geldik.
Bizim yerel yönetimler olarak, ülkenin tarım politikasını değiştirmek, büyük reform hareketleriyle yeniden tarımsal ürün ihraç eder hale getirmemiz mümkün değil. Biz, benim “can suyu” diye tabir ettiğim bir anlayışla hareket ediyoruz. Yani üreticiyi özendirmeye, ufkunu açmaya, yeni seçenekler sunmaya çalışıyoruz. Gerisi üreticinin kendisine kalıyor.
Neler yaptık bir kaç örnek vermek istiyorum. Domates fidesi, marul fidesi, ipek böcekçiliğini teşvik etmek ve yeniden canlandırmak için dut fidesi hibeleri yaptık. Yani ücretsiz dağıttık. Lavanta tarlaları kurduk. Atıl durumdaki elverişli arazilerimize ekim yaptık, ürünü çiftçiye ve ihtiyacı olanlara yine ücretsiz dağıttık. Kooperatifçiliği destekledik, çiftçinin ürününü tüketiciye en kısa ve en uygun maliyetle ulaştırabilmek için tanzim satış mağazaları kurduk. Bazı illerdeki yerel yönetimlerle irtibata geçerek, ürün takası gerçekleştirdik. Yine son deprem felaketinin ardından Malatya’da üreticiden elinde kalan kuru kayısının bir kısmını ücreti mukabili satın alarak, yine uygun fiyatla Eskişehirlilere ulaştırdık. Hatta diğer birçok belediye için de organize belediye olarak aracılık yaptık. Mesela Mersin’den örnek vermek isterim. Mersin Büyükşehir Belediyesi üreticinin elinde kalan limonun belli bir kısmını satın alarak içinde Eskişehir7in de olduğu bazı illere gönderdi. Biz de bunlar Halk Ekmek büfelerimizde çok cüzi bir fiyat karşılığı halkımıza ulaştırdık. Yani, hem kendi üreticimizle, hem de diğer bazı yerel yönetimlerle birlikte farklı illerdeki üreticilere de destek olmaya devam ediyoruz.
“İNSANLAR ESKİŞEHİR’E ‘ÇAĞDAŞ ŞEHİRCİLİK GÖRMEK İÇİN’ GELİYORLAR”
Eskişehir aynı zamanda bir turizm kenti. Büyükşehir belediyesi olarak bu bağlamdaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Eskişehir’in farklı ve ilginç ayrıntılarından biri de turizm alanındaki atılımıdır. 6-7 sene önceye kadar Eskişehir’e çok seyrek tur otobüsleri gelirdi. Şehirde dört ve beş yıldızlı otel yoktu. Olanlar da ancak, pazarlama ve benzeri işler için şehre gelenleri ağırlarlardı. Ancak havaların iyileşmesiyle birlikte yine göreceğiz ki, şehre bırakın hafta sonlarını, hafta içi bile günde onlarca tur otobüsü gelmeye başlayacak. Kendi araçlarıyla gelenleri saymıyorum daha. Bunu nasıl başardık? Eskişehir bir sahil şehri değil, doğal güzellikleri çok olmakla birlikte belki tanıtım eksikliği, belki dokunulmaz kalması istendiğinden çok turist çekmiyordu. Tarih açısından ise, toprağın altı çok zengin olmasına karşın, yeterince değerlendirilmemiş tarihi eserlerle dolu.
Ben size, bugün Eskişehir’e neden bu kadar çok turist geldiğini çok kısa ve çok net şöyle ifade edeyim. İnsanlar Eskişehir’e “çağdaş şehircilik görmek için” geliyorlar. Özellikle, imkanı olup yurt dışındaki önemli şehirleri görme-gezme imkanı bulanlarla, Eskişehir’e 20 yıl, 30 yıl önce gelenler şehre hayran kalıyorlar. Çünkü onlar Eskişehir’i hem yurt dışındaki şehirlerle, hem de 20-30 yıl önceki haliyle bugünkü halini kıyaslayabiliyorlar. Farkı çok daha net bir şekilde görüyorlar.
Şunu pek çok kere ifade etmişimdir. Böyle bir sonucun ortaya çıkacağını bilmekle birlikte, ben Eskişehir’de yaşayan insanların mutlu, huzurlu ve şehirleriyle gurur duyan insanlar olabilmeleri için çalıştım. Tüm projelerimi bu amaçla hayata geçirdim. Sonuçta şehir ve ülke dışından insanlar da görmeye, gezmeye geleceklerdi. Nitekim öyle de oldu. Bugün Belçika gibi, Almanya gibi ülkelerden insanlar hafta sonunu geçirmek için Eskişehir’e geliyorlar. Hem farlı bir ülke ve şehir, hem de o ülkelerle kıyaslanmayacak ölçüde uygun harcamayla eğlenip zaman geçirebiliyorlar. (Biliyorsunuz harcamanın uygunluğundan kastım, döviz kurlarındaki makas…)
Değişim ve dönüşüm adına teknolojiden ne ölçüde yararlanmaktasınız?
Elbette çağın gerisinde kalmamak için, teknolojiyi yakından takip etmemiz gerekiyor. Bu şekilde, şehir halkının belediye ile iş işlemlerini hem daha rahat yapmalarını, hem de daha çok olanaktan yararlanabilmelerini sağlıyoruz. Şehirle ilgili istatistiki verilerde çok daha sağlıklı şekilde arşivleniyor. biz buna “dijital belediyecilik” diyoruz.
Diğer taraftan teknolojiyi hayatın her alanında kullanıyoruz. Olabilecek her olumsuz durum karşısında kendimizi hazır tutmak için kullanıyoruz.
Son olarak itfaiye filomuzu güçlendirdik. İtfaiye yalnız yangın anında değil, olumsuz birçok olaya müdahale edebiliyor. Yeni ve modern araçlar aldık. Bunlar son teknolojiyle donanmış araçlar. Merdiven yükseklikleri çok fazla. Dar sokaklara girebilecek, nispeten daha küçük ama yine her biri teknoloji asından son sistemlere sahip araçlarımız da yakında filomuza katılacak. Ayrıca Türkiye’de ilk kez, küçük yaş gruplarından başlayarak çocuklara itfaiye eğitimi vermeye başlayacağız. Bazı ülkelerde, örneğin ABD’de bu tarz eğitimler verilir. Yalnızca yangınlarda değil, farklı felaketlerde, bu eğitimi almış insanlar, yetişkinliklerinde başka yerlerde çalışıyor olsalar da, hemen evlerinde sakladıkları gerekli donanımları kuşanıp gönüllü olarak yardıma giderler. Türkiye’de bu sistemi uygulayacak ilk belediye olacağız. Ayrıca gezici olarak hizmet verebilecek bir mutfak tırımız ile fırın tırımız çok yakın zamanda hizmete girecek. Fırın tırımız günde 70 bin rol-ekmek üretme kapasitesine sahip olacak. Bütçe kaynaklarımızın el verdiği ölçüde, hizmet ettiğimiz her alanda teknolojiyi çok önemsiyoruz.
2023 yılı için daha çok hangi projelere odaklandınız?
Bugüne kadar hayata geçirdiğimiz tüm projelerimiz, üzerinde titizlikle çalışılmış, hem de şehrin ve insanların ihtiyaçları göz önünde bulundurularak yapılmıştır. Ben projenin hukuki yönü, finansman modeli sağlam ayaklar üzerine oturtulmadıkça o işe bitti gözüyle bakmam. Açıklamam da. İnsanların çoğu projeden bitirildikten sonra açılışı yapılırken haberdar olur. Hem aynı şeyi söylüyorum ancak gerçek bu. Pandemi birçok projemizi askıya almamıza neden oldu. Çünkü kaynaklarımızın çoğunluğunu halkın ihtiyaçlarını sağlamak için kullandık. Bazı projelerimiz bitmesini planladığımız sürenin dışına sarktı. Pandemi hafifledi, tam bitti derken, deprem felaketini yaşadık. Yine birçok iş makinesini, birçok personeli bölgeye gönderdik.
Şu aşamada, yapımı devam eden projelerimiz var. Onları bitireceğiz. Yeni bir halk ekmek fırını yapıyoruz. Hizmete girdiğinde, bugünkü üretimi üç katına çıkaracağız. “Sanat Sokağı” ismini verdiğimiz geniş bir alana yayılan projeyi bitirme aşamasındayız. Ben size, bilinenlerden söz edeyim, gerisi sürpriz olsun.
Hedefleriniz açısından son dört yıllık icraat döneminizi değerlendirebilir misiniz?
Her dönem olduğu gibi, son dört yıllık dönemde de, hem belediye olarak rutin görevlerimizi yaptık, hem de projelerimizi gerçekleştirdik. Yenilerini hazırladık. Dediğim gibi, yaşanan olumsuzluklar, her belediyeyi olduğu gibi, bizi de etkiledi. Hedeflerimiz ve gerçekleştirdiklerimiz anlamında iyi bir yerde olduğumuzu söylemeliyim.
En büyük temennim, ülkemizin bir daha böyle büyük felaketler yaşamaması. Çünkü insan sağlığı ve yaşamı her şeyden çok daha önemli.