Dünyamız, yaşamımızı dolaylı ya da direkt olarak kolaylaştıran yeraltı madenleri ile doludur. Bugün kullandığımız neredeyse tüm araç gereçlerde, yaşadığımız evlerde ve yürüdüğümüz sokaklarda mutlaka madenlerin kullanıldığını görürüz.
Madenler, dünyanın kabuğunda az miktarda bulunurlar. Genelde volkanik olaylar sonucunda oluşurlar. Elbette bu madenin türüne göre değişir, madenlerin oluştuğu başka yollar da vardır. Örneğin; yer kabuğunun derinlerindeki tuzlu su, aralardaki maden sayılan mineralleri yapısına katar. Bu su okyanus tabanına çarptığı zaman maden çökelir ve su ayrışır. Bir tür maden oluşumu da bu şekilde gerçekleşir.
Küresel madencilik sektörü yöneticileri anket sonuçlarında yıllardır hiç değişmeyen konu sektör için en büyük riskin emtia fiyatları olduğudur. Bu yıla baktığımızda bizi önemli bir değişiklik karşılıyor; emtia fiyatları, risk radarının zirvesindeki yerini bu defa çevresel riskler ve düzenlemelere bırakmış durumda. Madencilik sektörü için Çevresel, Sosyal ve Kurumsal Yönetişim (ÇSY) gündeminin büyük önem taşıdığını görüyoruz ve anket sonuçlarına göre üçüncü en büyük risk olan toplum ilişkileri ve işletme için sosyal onay da yine ÇSY ile ilişkili diyebiliriz.
Geçmişi insanlık tarihi kadar eski olan madencilik sektörü için kısa bir zaman diliminde yaşanan böylesi değişimler gerçekten dikkat çekici. Bu değişimler bize hemen hemen her sektörde olduğu gibi, iklim değişikliği ile ilgili sorunların ve daha geniş anlamda ÇSY’nin madencilik sektöründeki kurumsal öncelikleri nasıl yeniden şekillendirdiğini gösteriyor. Ayrıca sektörün ihtiyaç duyduğu yeni ve çeşitli yetenekler karşısındaki cazibesi de bunlardan etkileniyor.
Her ne kadar ÇSY, maden şirketlerinin yönetim kurullarında artık her zamankinden daha fazla gündeme gelen bir konu olsa da bu durum diğer başlıkların masadan kalktığı anlamına gelmiyor.
“Dünya genelinde tedarik zincirleri artan talepleri karşılamaya çalışırken madencilik sektörü daha da fazla ilgi odağı oluyor ve kendisini dünyanın ihtiyaç duyduğu materyalleri hızla tedarik etme zorunluluğuyla karşı karşıya buluyor. Bizim açımızdan önümüzdeki dönemde şeffaflık ve kaliteli toplumsal ilişkiler kritik öneme sahip olacak. Bunu doğru şekilde anlayanların ödülünün çok büyük olacağına inanıyoruz!”
Daima sektörün kaderinin kilit noktası olan emtia fiyatlarının yükselmesiyle bu yılın anketine katılan yöneticilerde genel anlamda pozitif bir ruh hali gözleniyor. Emtia fiyatları kaynaklı riskin daha çok fiyat dalgalanmalarıyla ilgili olduğunu yorumlayabiliyoruz.
Bu yıl görülen diğer bir çarpıcı farklılık ise geçen yıl ikinci sıraya kadar çıkan pandeminin bu yıl ilk 10’da yer almaması. Artık öyle görünüyor ki ekonomik toparla ile emtialara yönelik küresel talebin artmasıyla sektör, COVID-19’u normal iş seyrine dahil edebileceği bir unsur olarak değerlendiriyor.
Bununla birlikte, pandemi kesinlikle geride önemli ve kalıcı sorunlar bıraktı. Tedarik zinciri sorunları daha belirgin hale geldi. Siyasi istikrarsızlık, koruma önlemleri, millileştirme ve küresel ticaret savaşları tehdidi ön plana çıktı. Anketimiz, Ukrayna’daki korkunç olaylar ortaya çıkmadan önce yapılmıştı. Anketi savaşın başlangıcından sonra gerçekleştirmiş olsaydık, bizce bu riskler çok daha yüksek seviyelerde çıkardı.
Gözlemlerimize göre sektör açısından fırsatlar olağanüstü. Sektörün dünyanın geleceği için önemi her geçen gün daha fazla ön plana çıkıyor ve sektör kendini çok güçlü bir pozisyona taşıyor.
Bir neslin gördüğü en büyük dış risk olayı COVID-19 pandemisinin geri plana düştüğü şu dönemde madencilik sektörünün karşı karşıya olduğu en büyük risklerin genellikle içeriden ziyade dışarıdan gelmesi dikkat çekici.
Emtia fiyatları, izin süreci riskleri ve rezervlere erişim gibi alışıla geldik sektör riskleri halen kilit nitelikte sorunlar olsalar da yöneticilerin ciddi anlamda düşünmeleri gereken konu çevresel düzenlemeler ve jeopolitik faktörler gibi dışsallıklardan kaynaklanan riskler.
Bu yılki sonuçlarda öne çıkan durum, ÇSY ile ilişkili iki riskin ilk üçte yer alması. ÇSY konusuna ilerleyen bölümde daha detaylı değineceğiz. Diğer yandan, siyasi istikrarsızlık ve küresel ticaret savaşları anket sonuçlarındaki ilk beşi tamamlıyor. Doğu Avrupa’daki olaylar göz önüne alındığında bu endişeler şu an daha da fazla artmış olması muhtemel.
“%54 oranında katılımcı madencilik sektörünün ileriye dönük maliyetleri ve riskleri daha etkin bir şekilde yönetmek için birleşmesi gerektiği konusunda hemfikir”
Araştırmamız açık bir şekilde siyasi senaryoların ve risk ortamının ne kadar hızlı değişebileceğinin altını çiziyor.
Belirlenen en büyük risklerden üçü (ticaret savaşı, koruma tedbirleri, siyasi istikrar) daha geniş anlamda jeopolitik riskler olarak tanımlanabilir. Şirketler dünyada artan jeopolitik dalgalanmaların etkilerini yoğun bir şekilde hissediyorlar. Küresel işletmelerin plan ve yatırım yaparak büyümeleri için en değerli şey istikrardır. Ve istikrar, günümüzün çalkantılı dünyasında nadir bulunan bir meta haline geliyor. Madencilik şirketlerinin yönetim kurulları ve strateji ekiplerinin siyasi mayın tarlalarında yol alabilme konusunda daha fazla zaman, para ve çaba harcaması gerektiğine inanıyoruz.
Anket sonuçlarına göre olumlu bir gelişme ise, geçen yılki ekonomik gerileme riskine ilişkin endişelerin bu yıl önemli ölçüde azalmış olması ve ilk 10 listesinden çıkması. Bunda büyük olasılıkla 2021’de pandeminin etkisinin azalması ve toparlanma aşamasına geçilmesi etkili oldu. Bunun yanı sıra, sermayeye erişim geçen yıla göre sektörün ilk 10 listesinden çıktı; bu da madencilik şirketlerinin finansman ve yatırım bulma konusunda kendilerine daha fazla güvendiğini gösteriyor. Bununla birlikte, yöneticilerden riskleri sektör genelinden ziyade direkt kendi şirketleri açısından sıralamalarını istediğimizde sermayeye erişim konusunun yine ilk 10’da kendine yer bulduğunu gördük; bu da her işletmenin kendi özel profili ve ürün türüne göre bazı eşitsizliklerin söz konusu olabildiğine işaret ediyor.
Örneğin, sıfır karbon hedefleri doğrultusunda kömür alanı uzmanları için gelecekte yatırımları güvence altına almak zorlaşabilir.
Enflasyon ise ilk 10’un hemen dışında yeni bir endişe kaynağı olarak karşımıza çıkıyor. Ekonomiler küresel ölçekte enflasyonist baskılarla boğuşmaya devam ederken sekizinci en büyük risk olan tedarik zinciri sorunları da kuşkusuz malzeme ve materyal maliyetlerinde artışa neden oluyor. İşletmelerin enerji maliyetleri hızla artarken, ücretler üzerinde de yukarı yönlü bir baskı söz konusu. Yöneticilerin yarısından fazlası (yüzde 54) maliyetlerin yönetilmesi noktasında sektörde birliktelik oluşması gerektiği konusunda hemfikir zira artan enflasyon bu durumu yalnızca kötüleştirecek.
Anketimizde dikkat çeken bir diğer yeni başlık da yetenek krizi. Şirketlerin doğru insanları kendisine çekmesi ve elde tutması sektör için giderek daha önemli bir mesele haline geliyor. Yetenek krizi sektör genelinde ilk 10 başlık arasında yer alırken kendi şirketleri açısından bir risk değerlendirmesi yapan yöneticiler ise yeni yetenekleri şirkete çekme ve elde tutma konusunu yedinci sıraya koyuyor. İş gücü yaşlanıyor ve diğer yandan günümüzün değişen öncelikleri (ör. teknoloji ve ÇSY ile ilgili uzmanlık) için doğru becerilere sahip yeni nesil yetenekleri cezbetmek de zorlaşıyor. Sektörde hemen hemen her oyuncunun karşı karşıya kaldığı bir sorun olan bu konuya ilerleyen bölümde daha ayrıntılı değineceğiz.
“İş gücü yaşlanıyor ve diğer yandan günümüzün değişen öncelikleri (ör. teknoloji ve ÇSY ile ilgili uzmanlık) için doğru becerilere sahip yeni nesil yetenekleri cezbetmek de zorlaşıyor”
Dünyanın minerallere ihtiyacı var ve nitekim karbon seviyesini sıfırlamaya doğru hızla yol alındığı günümüzde, yenilenebilir enerji odağında lityum, kobalt, grafit ve diğer minerallere olan talepte muazzam bir artış görülmesi bekleniyor.
Bu durum geçen yılki ankete kıyasla artan iyimserlik seviyesinden de anlaşılabileceği üzere madencilik sektörü yöneticilerinin geleceğe güvenle bakma eğilimini de açıklıyor. Şirketlerinin geleceği hakkında bir yıl öncesine kıyasla daha iyimser olduklarını söyleyen yöneticilerin oranı yüzde 56 iken bu katılımcıların yaklaşık beşte biri de (yüzde 18) bu anlamda “kayda değer oranda” daha iyimser olduklarını belirtti. Her 10 kişiden en az altısı (yüzde 62) büyüme beklentileri konusunda olumlu veya çok olumlu bir bakışa sahipken bu oran bir yıl öncesine göre kısmen düşük kalıyor.
“10 kişiden en az altısı madencilik şirketlerinin stratejik ortaklıklar, özel sermaye ve kamu özel ortaklıkları gibi yeni iş modellerini benimsemeleri gerektiği konusunda hemfikir”
Daha önce belirttiğimiz gibi sermayeye erişim konusu bu sene ilk 10 sektör riski listesinden çıktı ve bu konu özelinde sorulara yöneticilerin verdiği yanıtlar da durumda genel bir iyileşme olduğunu gösteriyor. Yöneticilerin yüzde 37’si geleneksel sermaye kaynaklarına (borç/özsermaye) erişimin geçtiğimiz yıl içerisinde arttığı konusunda hemfikir. Bu oran 2021 yılında yapılan ankette ise yüzde 32 olarak belirlenmişti, bununla birlikte sermayeye erişimin önemli bir sıkıntı olduğunu düşünenlerin sayısında da benzer oranda bir düşüş yaşanmıştır. Bunda pandemi sonrası global likidite bolluğunun etkisi yadsınamaz.
Öte yandan, genel eğilim açısından bakıldığında bir iyileşme söz konusu olsa da sermayeye erişim bazı şirketler için zor olmayı sürdürüyor. Bireysel şirket bazında sermayeye erişim en büyük riskler listesinde 10. sırada yer almakta.
Bu durum finansmana erişimde farklı modellerin masaya yatırılmasını gerekli kılıyor. Katılımcıların yaklaşık üçte ikisi (yüzde 62) şirketlerin stratejik ortaklıklar, özel sermaye ve kamu-özel ortaklıkları gibi yeni iş modellerini benimsemeleri gerektiğine “katılıyor” veya “kesinlikle katılıyor”. Finansman faktörleri ve halka açık şirketlere ÇSY konusunda getirilen artan inceleme ve raporlama gereklilikleri ile düzenleyici gereklilikler birleştiğinde bu durumun daha fazla sayıda maden işletmesini alternatif modellere yönlendirdiği gözlemleniyor.
İkinci olarak, birleşme ve satın almaların büyüme hedeflerine ulaşmada önemli bir strateji olacağını söyleyen işletmelerin sayısında artış olduğu görülüyor. Organik büyüme geçen yıl olduğu gibi çoğu işletme için (yüzde 56) halen bir numaralı yöntem olarak görülüyor olsa da organik büyümenin hemen ardından, bir yıl öncesine kıyasla yüzde 31’den yüzde 37’ye çıkan bir oranla birleşme ve satın almalar geliyor. Yeni bir ruhsat sahasında sıfırdan başlamanın getireceği zahmetli süreçlerden kaçınabilmek için birleşme ve satın almalar uzun süredir büyük oyuncularca tercih edilen alternatif yöntemlerdendir.
Gözlemlerimize göre birleşme ve satın almaların önümüzdeki yıllarda daha da artacağı düşünülüyor ancak değerlemeler yüksek seyretmeye devam ederse işletmeler mevcut terkedilmiş endüstri bölgelerine yatırım yapmakla Birleşme ve Satın Alma maliyetleri arasında bir karşılaştırmaya girebilir.
COP26 zirvesinin ardından ülkeler iddialı net sıfır ve karbondan arındırma (ormansızlaştırmaya son verme dahil) hedefleri taahhüdünde bulunmuşlardı; bu hedeflerin gerçekleşmesi için şirketlerin de kendilerine kapsamlı hedefler koymaları gerekecektir. Bu durum madencilik gibi karbon ayak izi ve çevresel etkisi yüksek sektörlere odaklanmayı gerektiriyor.
Bunun etkileri madencilik yöneticilerinin hafife aldığı bir konu değil: yöneticilerin yaklaşık dörtte üçü (yüzde 72) ÇSY’nin önümüzdeki üç yıl içinde sektörde büyük bir yıkıcı etkiye neden olacağına “katılıyor” veya “kesinlikle katılıyor”.
Yöneticiler ayrıca, ÇSY sorunlarının önemli bir iş modeli değişikliğine yol açacağının da farkındalar. Uzun vadede başarının şekillenmesinde başarının sadece rakamlarla kalmayıp finansal tablonun ötesinde; hükümetler, halk ve çalışanlar da dahil paydaş getirilerine yönelik daha bütüncül bir bakış açısıyla tanımlanmasının giderek daha etkili olacağı konusuna her 10 yöneticiden en az sekizi (yüzde 84) “katılıyor” veya “kesinlikle katılıyor”.
Bu durum pek çok fırsatı beraberinde getiriyor. ÇSY’ye yönelik sosyal beklentiler ve yatırımcı beklentileri madencileri yenilikçi yöntemlere yatırım yapmaya ve daha hızlı uyum sağlamaya zorluyor. Yeni teknolojileri ticarileştirme fırsatının daha fazla yeniliği ve yatırımı körüklemeye devam etmesini ve değişimin hızını daha da artırmasını bekliyoruz. Şu an madencilik sektörü için heyecan verici bir zaman olduğunu düşünüyoruz.
Paydaşların ÇSY hedeflerine daha fazla ilgi göstermesi ve artan yatırımcı beklentileri, madencilik işletmelerinin odak noktalarını değiştirmek ve geçmişte yapmak zorunda kalmadıkları uzun vadeli taahhütler vermek zorunda olduklarının işaretleridir. Yatırım kararlarında giderek ÇSY ölçütlerini daha fazla dikkate alan yatırımcılar, satın almalar veya yeni girişimlerde kendilerine ÇSY durum tespiti sağlanmasını yüksek önem veriyor.
Tabii ki bazı ÇSY meseleleri sektör için yeni değil. Madencilik şirketleri uzun yıllardır çevresel düzenlemelere, sağlık ve güvenlik kurallarına uymaya ve faaliyet gösterdikleri yerlerdeki toplumlarla etkileşime geçerek oralarda yatırım yapmaya alışkınlar.
“%55 oranında katılımcı ÇSY beklentilerinin net bir şekilde anlaşılmadığını ve pazar genelinde tutarlı olmadığını düşünüyor”
Sektörün mücadele ettiği sorunlardan biri de ortaya çıkacak kuralların ve gerekliliklerin henüz netleşmemiş olması. Yöneticilerin yarısından fazlası (yüzde 55) yatırımcı beklentilerinin ve önlemlerinin açıkça anlaşıldığı ve pazar genelinde tutarlı olduğu konusuna “katılmadı” veya “kesinlikle katılmadı”. Bir yıl önce bu rakam yüzde 40’tı.
Madencilik şirketleri netlik ve kesinlikten hoşlanır. Bu yüzden iyinin ne olduğunun henüz tam belli olmadığı bir noktada ÇSY konusundaki ilerlemeleri hakkında pazara nasıl raporlama yapmaları gerektiği sorusuyla boğuşuyorlar. ÇSY raporlama standartları ve gereklilikleri çeşitli kuruluşlar tarafından aktif olarak geliştirilmekte olup önümüzdeki yıllarda bu çalışmaların nihayete ermesi bekleniyor.
Bu arada madencilik şirketleri, gelişmeleri yakından takip etmeli, yatırımcılar ve diğer paydaşlarla aktif etkileşim halinde kalarak ÇSY çabalarını, hedeflerini ve önlemlerini net bir şekilde anlatabilmelerine yardımcı olmalıdır.
Aynı zamanda, madencilik sektöründe halkın onayı ve kabulü kritik öneme sahiptir. İşletme sosyal onayı kazanması oldukça zor fakat kolay kaybedilen bir şey. Sosyal medya çağında tepkiler dünyada ışık hızıyla yayılabilir. Endişeleri anlayarak ve bunlara yanıt vererek ve ayrıca toplum yaşamının kalitesini artıran yatırım programları sunarak halkla olan ilişkilerin devam ettirilmesi ve artırılmasının kilit öneme sahip olacağı tahmin ediliyor.
Karbon ayak izini azaltmanın önemli bir yolu yeni teknolojilerin benimsenmesidir. Yöneticilerin yüzde 87’si teknolojinin ÇSY sorunlarını çözmede kilit bir role sahip olduğunu düşünüyor. Yöneticilerin yaklaşık yarısı (yüzde 46) teknolojik yeniliğin önümüzdeki üç yıl içinde sektörde büyük bir yıkıcı etki kaynağı olacağını düşünüyor ve neredeyse herkes bunu bir tehditten ziyade bir fırsat olarak kullanmaya kararlı görünüyor.
Yeni teknolojilerin benimsenmesinin madencilik şirketlerinin operasyonel karbon emisyonlarını azaltmasına nasıl yardımcı olabileceğini görmek zor değil. Madencilik ekipmanları ve kamyonları dizel veya benzin yerine elektrik bataryasıyla (veya Avustralya’da denenmeye başlanan hidrojenle) çalışabilirse önemli oranda karbon kazanımı sağlanabilir. Daha genel olarak, madencilik şirketleri fosil yakıtları üretim profilinden çıkarmak için yenilenebilir enerji kaynaklarını benimsemeye çalışıyorlar ancak (diğer sektörlere baktığımızda) bunun için henüz biraz erken.
Teknoloji, madencilik şirketlerinin daha verimli olmalarına ve maliyetlerini düşürmelerine halihazırda yardımcı oluyor. Örneğin, saha araştırmalar için drone teknolojisinin kullanılması gibi. Çalışanlar arasında yorgunluk seviyelerinin arttığı anları belirten sensörler iş verimliliğinin yanı sıra sağlık ve güvenliği de artırmada kullanılıyor. Teknoloji ayrıca maden sahalarında kapalı 5G ağları kurmak gibi daha bilinçli karar vermeyi sağlayan gerçek zamanlı veri akışları oluşturmak için de kullanılabilir.
Diğer yandan zemin bozulmasını ve flora, fauna ve vahşi yaşam ekosistemleri üzerindeki etkiyi en aza indirecek yeni teknoloji çözümlerin işletmelerin sosyal onay edinmesinde önemli fayda sağlayacağı şüphesiz. Uygulama ne olursa olsun, madencilik sektörü yöneticilerinin ajandalarında teknoloji uygulamaları giderek daha fazla yer tutmakta.
Yeni teknolojinin işe entegre edilmesine ilişkin ihtiyaç kendi başına yeni bir gerekliliği ön plana çıkarıyor: bu teknolojiyi uygulayacak ve optimize edecek insanları çekmek. KPMG ve Eversheds Sutherland İklim Değişikliği ve İnsan Faktörü raporu, iklim değişikliğini yönetecek teknik becerilerin ve karbon piyasaları uzmanlığının Enerji ve Doğal Kaynaklar sektöründe en çok talep edilen konu olduğunu ortaya koymuştur.
Daha önce belirttiğimiz gibi yetenekleri çekme ve elde tutma konusu madencilik sektörü yöneticilerinin gündeminde geniş yer tutuyor; öyle ki bu konu sektörün bu yılki ilk 10 risk listesine yeniden giriş yaptı.
Sektörün uzmanlık gerektiren ve/veya teknoloji merkezli bir dizi görevi yerine getirecek yeni bir yetenek dalgasına ihtiyacı olduğu yönünde bir görüş hakim. Bu ihtiyaçların kapsamı giderek artıyor: veri analistleri, bilgisayar bilimcileri, çevre bilimcileri, su yönetimi uzmanları ve daha fazlası.
Bazı madencilik şirketleri kendi insan kaynakları programlarına yatırım yapıyor ve birçoğunun yetenekli bireylerin dünya çapında seyahat etmelerini ve çalışmalarını sağlayan cazip mobilite planları bulunuyor.
Ancak hiç şüphesiz, yeteneklerin sürekli olarak işe alınması ve elde tutulması madencilik sektörü yöneticileri için en önemli konulardan biridir.
TÜRKİYE MADENCİLİK SEKTÖRÜNÜN REKABET GÜCÜ!
Türkiye’de madencilik gelişmiş sanayi kollarından biridir. Türkiye madenler bakımından zengin bir ülkedir. Ayrıca bazı madenler bakımından dünyanın önemli ülkeleri arasındadır. Türkiye’nin madenlerinin tamamı henüz belirlenmemiştir. Maden arama çalışmaları hızla devam etmekte ve yeni maden yatakları bulunmaktadır. Türkiye’nin madenciliğinin şu andaki üretimi, tümüyle kendi endüstri kuruluşlarımızın gereksinimine yönelik değildir. Bir kısmı ham olarak ya da yarı işlenmiş halde yurt dışına satılmaktadır.
Dünyadaki endüstriyel ham madde rezervinin %2,5’i; kömür rezervlerinin %1’i; jeotermal potansiyelinin % 0,8’i ve metalik maden rezervlerinin %0,4’ü Türkiye’dedir. Dünyadaki yeri açısından en zengin maden: dünya rezervinin %72’sinin bulunduğu bor mineralleridir.[2] Ülke coğrafyasında jeolojik zaman çeşitliliği ve farklı coğrafi etkiler bulunması nedeniyle çeşit olarak zengin, rezerv olarak nispeten sınırlı durumdadır. Gezegende üretimi ve ticareti yapılan 90 türde maden ve mineralden 13’ü ekonomik ölçekte ülkede yer almaz. 22 maden rezervi yeterli ve ihraç edilir konumda; 28 maden türünde ise kısmen yeterli konumdadır. 27 maden ve mineralin rezervleri ve tenörleri, ekonomik madencilik için yetersizdir. Türkiye, madencilik açısından “kendine kısmen yeterli” olan ülkeler arasındadır. Ülkede ekonomik şekilde var olan madenler: bor, barit, jips, lületaşı, mermer, diyatomit, perlit, manyezit, stronsiyum tuzları, sepiyolit, fluorit, kireçtaşı, ponza, sodyum sülfat, zeolit, profilit, kuvars-kuvarsit, linyit, feldspat, kayatuzu, olivin, dolomit, silis kumu, bentonit, trona, asbest, kalsit ve Zımpara taşı olarak sıralanabilir.
Türkiye zengin yer altı kaynaklarına sahip, ancak dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de maden şirketleri çevreye verdikleri zararı en aza indirmek ve iş güvenliği standartlarını sağlamak için kamuoyu ve düzenleyicilerin baskısıyla karşı karşıya. Gelişen teknolojiye uyum sağlamak ve kurumsallaşma yolunda gerekli adımları atmak, şirketlerin kârlılığını artırırken çevre ve iş güvenliğiyle ilgili yükümlülüklerini de yerine getirmelerini kolaylaştıracaktır.
Maden çeşitliliği açısından dünyada sekizinci sırada yer alan Türkiye madencilik sektörünün, bu bağlamda iyi bir potansiyeli bulunmaktadır. Yapılan hesaplamalar sonucunda bakır cevheri, nikel cevheri gibi katma değeri düşük alt sektörlerin rekabet gücü yüksek çıkarken; bakır, nikel, kömür, petrol yağları gibi katma değeri yüksek alt sektörlerin rekabet gücünün düşük olduğu tespit edilmiştir. Rekabet gücü düşük alt sektörlerde rekabet gücünün artırılabilmesi ve bu sektörlerin ara/uç ürün bağlamında sanayi için gerekli işlenmiş hammaddeyi sunabilmesi için, ülkemizdeki kaynak potansiyelinin kapsamlı bir şekilde araştırılması ve yeni projelerin geliştirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de Altın Madenciliği…
Öncelikle belirtmek gerekir ki, her madenin kendine has özellikleri vardır ve her maden bir değere sahiptir. Dünyadaki en değerli madenler şu şekilde sıralanabilir; rodyum, paladyum, altın, iridyum, renyum, platin, osmiyum, rutenyum, gümüş…
Türkiye’de çıkan en değerli maden altındır. Değerli madenler içerisinde eski bir geçmişe sahip olan altın, yüzyıllardır insanlığın beğenerek kullandığı bir mücevherdir. En eski para sisteminin temeli olan ve nadir bulunan altın, günümüzde dünya ekonomisinde de önemli rol oynamaktadır. Ayrıca altının havayla temasta en az oksitlenen ve kolay işlenen bir metal olması onu daha da değerli kılıyor.
Türkiye altın yatakları Ege, Doğu Karadeniz, İç Ege ile Doğu Anadolu’da yoğunluktadır. Aktif madenlerde çıkarılan Altın için ortalama 0,6-12,65 gram/ton cevher tenörü bulunmaktadır. Ülke topraklarında işletilebilir altın rezervinin 1000 ton, jeolojik yapı ve altın oluşum modellerine bağlı potansiyelin 6 000-7 000 ton tahmin edilmektedir.
Ülkede verilen altın arama ruhsatlarının sadece %0.28’i ekonomik olarak işletilmeye uygun orta büyüklükte bir madendir. Orta büyüklükteki maden rezervleri 1-5 milyon ons altına sahiptir.