Hayat devam ediyor ve toplumlar bu sürecin akıntısı içinde yol almaya devam ediyor. Bazen yıkarak, bazen sulayarak, bazen de onararak ilerliyor.
Baş döndürücü hızla gelişen teknoloji, alan kapma yarışı, fiber saldırılar, çağrı cihazlarını patlatma ve ganimet hırsı hepimizi belirsiz bir sürecin atmosferi içinde meraklandırıyor.
Dünyadaki ekonomik dengeler; ülkeler arasındaki ekonomik ilişkiler, ticaret anlaşmaları, döviz kurları, uluslararası yatırım akımları ve ekonomik politikalar gibi birçok faktörü yakından etkilemektedir.
Bu ilişkiler bütünü içinde yüksek teknolojik gelişmeler ise, birçok problemleri de beraberinde getirmektedir. Bu ilişki dengelerinin ve problemlerinin sosyolojik etkileri, insanlar üzerinde ağırlığını daha derinden hissettirmektedir.
Ekonomik dengelerdeki bozulmalar, gelir eşitsizliğini arttırdığı gibi, sosyal çürümeyi, belirsizliği, karamsarlığı arttırmaktadır. Küresel ekonomik krizler, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki dengesizliği arttırdığı gibi, bağımlılık ve yoksulluk ta artarak devam etmektedir. Bu dengesiz büyüme ve gelişmeler ise, dünyanın nasıl bir yörüngeye doğru yol alacalığını da belirsiz kılmaktadır.
Ekonomik dengesizlik ve dalgalanmalar her alana yansımaktadır. Yaşanan küresel ekonomik durgunluklar robotik gelişmelerle örtüşünce, işsizlik oranlarını da arttırmaktadır. Aynı zamanda, bazı sektörlerin büyümesi veya küçülmesi, iş gücünün belirli becerilere olan talebini değiştirdiği için, bu da işgücü piyasasında uyum sağlama zorluklarına neden olmaktadır.
Ekonomik krizler genellikle eğitim ve sağlık hizmetlerine yapılan yatırımları kısıtlamakta ve Kamu harcamalarındaki kesintiler, eğitim ve sağlık hizmetlerinin kalitesini etkilemektedir. Bu da uzun vadede bireylerin yaşam kalitesini ve ekonomik fırsatlarını sınırlamakta ve toplumsal kaygıları arttırmaktadır.
Ekonomik belirsizlikler ve krizler, bireylerin psikolojik sağlığını etkilemekte, aile faciaları, ayrılıklar, kırgınlıkları arttırmaktadır. İş kaybı, gelir azalması ve genel ekonomik güvensizlik; stres, kaygı ve depresyon gibi psikolojik sorunlara yol açmakta ve toplumsal huzursuzluğu arttırmaktadır.
Ekonomik değişiklikler, sosyal ve kültürel normları da etkilemektedir. Örneğin, iç ya da dış göç hareketleri, ekonomik fırsatlar arayan bireylerin yeni bölgelerde yaşamaya başlamasına yol açmaktadır.
Bu durum, kültürler üzerinde değişimlere neden olmakta, insanın kendi değerleriyle yol almasını engellemektedir. Evrensel kültürün çatısı altında insanlık değerleriyle var olması gerekirken, başkalaşmakta ve geçiş sürecinin her türlü sancısını çekmektedir. Bu olumsuz etkiler, küresel ekonomik sistemin ne kadar iç içe geçtiğini ve bireylerin yaşamları üzerinde ne kadar geniş bir etkisi olduğunu göstermektedir. Ekonomik dengelerin iyileştirilmesi, bu etkilerin yönetilmesi ve minimize edilmesi açısından büyük önem taşıdığı da açıkça görülmektedir.
Dünya genelinde yaşanan bu belirsizlik, Türkiye’de de yansımasını daha ağır ve belirgin bir şekilde göstermektedir. Sabit gelirli emekliler, asgari ücretliler ve çalışanlar büyük sıkıntılar yaşamaktadır.
Günümüzde yaşanan yüksek enflasyon ve hizmet sektöründeki hızlı fiyat artışı, tüketici güvenini sarsmakta ve talep daralmasına yol açmaktadır.
Türk lirası son yıllarda döviz karşısında büyük değer kaybı yaşamakta ve faiz oranlarındaki yüksek oran üretimi aksatmakta ve ihracatın istenilen seviyelere çıkmasını önlemektedir.
Türkiye’de genç nüfus arasındaki işsizlik oranı, genel işsizlik oranının üzerinde seyretmektedir. Pandemi sonrası dönem ve ekonomik durgunluk işsizlik oranlarının yükselmesine neden olmuştur. Artık gençler umutlarını yurt dışında arar duruma getirilmiştir. Gençlerin bu arayışları aile kopuşları, toplumsal kırgınlıklar, göç dalgaları ve belirsiz bir yaşamın aydınlatılmamış yoluna doğru yönelimleri artmıştır. Bu genç nüfusun iş bulamaması, toplumsal huzursuzluk yaratmakta, psikolojik ve sosyolojik travmaları da arttırmaktadır.
Türkiye’nin dış borç stoku ve cari açık, ekonomik sürdürülebilirlik açısından da önemli bir problem olarak kendisini göstermektedir. Bu durum, yatırımcılar için de belirsizlik yaratmakta, özellikle kısa vadeli sermaye çıkışları hızlanmakta, güven sorunu en büyük problem olarak ortada durmaktadır.
Bankaların kredi maliyetleri ve piyasalardaki daralma, kredi kullanımını azaltmakta, konut sektöründe yarattığı durgunlukla, her alandaki yatırımların olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır.
Gelir dağılımında artan adaletsizlik, Türkiye’nin ekonomik sorunlarının bir diğer önemli boyutudur. Zengin ile yoksul arasındaki gelir farkı genişlemektedir. Bu dengesizlik, sosyal gerilimleri arttırmakta, orta sınıfın küçülmesiyle ekonomik büyüme yavaşlamakta, işsizlik artmakta, yoksulluk büyümekte ve emekliler ezilip büzülmektedir.
Ekonomik belirsizlikler, Türkiye’ye olan yatırımcı güvenini olumsuz etkilemekte, yabancı sermaye girişi azalmakta ve buna bağlı olarak mevcut yatırımların geri çekilme süreci devam etmektedir. Türkiye, ekonomisindeki bu sorunların çözümü için, uzun vadeli yapısal reformlar ve güven artırıcı politikaları zaman yitirmeden devreye sokmalıdır. Bunu bilimsel veriler, hayatın gerçekleri, uluslararası ilişkiler, mali disiplin, liyakat ve samimi yönetme anlayışıyla başarabilir.
Türkiye, demokrasisini güçlendirmeli, insan değerini önemsemelidir. Eğitim sisteminde; toplumsal güven ve itibarı sağlayacak bilgiyle donatılmış, liyakati ve felsefi derinliği yüklenmiş yeni nesillerin yetiştirilmesini sağlamalıdır. Herkes üzerine düşen görevin gereğini yerine getirmeli. Ama en çok yönetme erkini elinde tutanlar buna riayet etmelidir.
Yönetenler unutmasınlar ki; onlara verilen görev halkı zora, sıkıntıya sokacak uygulamalardan kaçınmaları ve halkın istem ve talepleri doğrultusunda, daha yaşanabilir ve sürdürülebilir konforlu alanların yaratılmasıdır.
Herkes görevinin bilinciyle hareket ederse, başarılamayacak hiçbir şey yoktur.