İklim krizinin etkileri gün geçtikçe artarak şiddetleniyor. İklim değişikliğinin tetiklediği çok yönlü çevresel riskler, yalnızca doğal ekosistemleri değil, aynı zamanda küresel ekonomiyi de etkiliyor. Hava durumunun mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi su kıtlığı, sel, erozyon gibi felaketlerinde artmasını tetikliyor.
Sel olayları, orman yangınlarından sonra dünyadaki en yaygın ikinci doğal afet olarak kabul ediliyor. Ülkemizde sıklıkla görülen sel olayları; can ve mal kayıplarının yanı sıra her yıl milyarlarca liralık ekonomik kayıplara neden oluyor. Üzülerek söylemek isterim ki ülkemizde yaşanan sel olaylarının bilançosu maalesef ağır oluyor. Yangın, deprem, fırtına, dolu, kar ağırlığı, hırsızlık, elektronik cihaz, kâr kaybı, performans kaybı gibi risklerin teminat altına alınması çok önemli.
Son yıllarda doğal afet hasarlarındaki artış maalesef reasürans piyasasını da olumsuz etkiledi. Sigorta şirketlerinin sürdürülebilir yatırımlar yapması, risk modellemelerini yenilemesi ve iklim değişikliğine uyum sağlayacak stratejiler geliştirmesi gerekiyor. Bazı sigorta şirketleri granüler risk verileri ve yapay zeka tabanlı teknolojiler kullanarak daha dinamik ve hassas risk analizleri yapmaya başladı.
Küresel ısınma kendini iyiden iyiye hissettirirken “yeşil ekonomi” kavramı da popüler hale geldi. Küresel ısınmanın etkisiyle mülk sigortalarındaki risk modelleri de yeniden gözden geçiriliyor. İklim krizi ile birlikte yeni dönemin riskleri de değişti ve farklılaştı. Sürdürülebilir bir gelecek için ‘yeşil ekonomi’nin önemi her geçen gün artıyor. Coğrafi açıdan da çok uygun olan ülkemizde son yıllarda güneş enerjisi konusunda girişimler fazlalaştı. Ancak güneş enerji santrallerinin büyük bir kısmını oluşturan güneş panelleri oldukça hassas yapıda ürünlerdir. Değişken hava şartlarında doludan, aşırı rüzgardan hatta kargaların havadan attığı nesnelerden bile zarar görme riski altındadır. O yüzden oluşabilecek her türlü risk için bu tarz yatırımların sigorta yaptırılarak güvence altına alınmalı. ‘Önleyici sigortacılık’ anlayışının da şirketlerin yönetim sistematiğinin merkezine yerleştirilmesi önemlidir. Çünkü sigorta bir bilinç konusudur, farkındalık konusudur.
* * *
ÇALIŞANLARI DUYUYOR MUYUZ?
Araştırmalar, çalışanların sorunlarını iş arkadaşlarına anlatmaları durumunda performanslarının %10 oranında düştüğünü, ancak bu sorunları yöneticileriyle paylaştıklarında performanslarının %15 oranında arttığını göstermektedir. Bu sonuçlar, çalışanların seslerini duyurabilecekleri güvenli ve yapılandırılmış bir sistemin önemini açıkça ortaya koyuyor.
Dile getirme kültürü oluşturmak, sadece etik ihlalleri değil, aynı zamanda çalışanların fikir ve önerilerini de güvenle ifade edebileceği bir ortam yaratmayı içerir. Etkin bir dile getirme kültürü oluşturmak için organizasyonların önce mevcut durumlarını analiz etmesi gerekiyor. Bu analizde çalışanların şirket yönetimine duyduğu güven, etik değerlere bakışı ve önceki yaşanmışlıklar dikkatle incelenmeli.
Etkili bir dile getirme kültürü nasıl sağlanır?
Dile getirme kültürünün başarılı bir şekilde oluşturulması ve sürdürülmesi için birkaç temel unsur öne çıkıyor:
Güven İlişkisi İnşası: Çalışanlar, sorunlarını paylaşmadan önce yönetime duydukları güvenin tam olması gerektiğini hisseder. Güven ilişkisi, şirketin etik ilkelere olan bağlılığıyla yakından ilgilidir.
Engelleri Kaldırmak: Çalışanların dile getirme eğilimlerinin önündeki engeller belirlenmeli ve bu engellerin ortadan kaldırılması için etkili adımlar atılmalıdır.
Bağımsız Hizmet Sağlayıcıları Kullanmak: Dile getirme kanallarının bağımsız kuruluşlar tarafından yönetilmesi, bilgi gizliliği ve güven konusundaki kaygıları azaltarak katılımı artırır.
Sevgi ve ışığın birlikteliği sizlerle olsun…