SERA-BİR Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Gaye Neslihan Budaklı
Son zamanlarda gündemden düşmeyen gıda fiyatlarında artış neredeyse sorunsal hale gelmiştir. Fiyat artışına gösterilen tepkiler bu ekonomik süreci çözümü olmayan bir durum olarak tüketicide algı oluşturmuştur. Gerçekte ise bu bir sorunsal değil bir tarım sorunudur çünkü mutlak çözümü vardır. Türkiye gibi tarımda kendi kendine yetme potansiyeli olan bir ülkede gıda ithalatının artması durumu ise sadece tarım sorunu değil milli bir değer meselesidir. Tarım alanında çalışan sayısıyla beraber son yıllarda tarım arazilerinde ekili alan varlığında da ciddi bir düşüş yaşanmaktadır. Genellikle ürettiğinden kazanç sağlayamayan çiftçi tarımdan çekilmekte işsizlik ya da sosyal yardım ödenekleri ile geçinme yollarına başvurmaktadır.
Yakın zamanda bir türlü önlenemeyen gıda enflasyonu ile mücadelede çare olarak tanzim satış noktaları gündeme gelmiş ucuz mamulün halka ulaşmasının yolları aranmıştır. Tanzim satış noktalarında halka ucuz sebze meyve satmaya başlanırken, gelinen bu noktanın sebepleri de Türk tarımının çözülmesi gereken gerçek sorununu teşkil eder. Tarımdan çekilme nedenlerine rakamlarla bakıldığında durum daha net görülmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) verileri aslında problemin kaynaklarına ilişkin önemli bilgiler sağlıyor. Buna göre Türkiye’de çiftçi sayısı son 10 yılda yüzde 42 azaldı. Tarım alanları da son 15 senede yüzde 22 düştü. SGK verileri ise kayıtlı çiftçi sayısının her yıl giderek nasıl azaldığını ortaya koyuyor. Özellikle son 8 yılda düzenli ve ciddi bir düşüş söz konusu. 2008’de 1 milyon 132 bin olan çiftçi sayısı 2018’de 607 bine kadar düştü. Bu veriler, kayıtlı çiftçi sayısında 2008’den bu yana 525 bin azalması anlamına geliyor. Üstelik TÜİK tarafından belirtilen işsizlik rakamının çok üzerinde bir rakamın İŞKUR kayıtlarında olması durumun çok daha tehlikeli olduğunu anlatmaktadır. Tarım ÜFE 2010 yılı başından bu yana açıklanmaktadır. Ocak 2010’da endeks 65,96 iken İlk yıllar düşük seviyelerde seyreden endeks özellikle 2016’dan bu yana belirgin şekilde yükseliyor. Endeks Nisan ayında 162,35 puan olurken bu şimdiye kadar görülen en yüksek seviye olarak kayıtlara geçti. Gıda ve Orman Bakanlığının açıkladığı verilere göre de Türkiye’de gübre fiyatlarında son iki yıl içinde büyük artış oldu. Fiyatlar 2018 yılında 2017’ye göre ortalama yüzde 40 arttı. Son iki yıldaki artış oranı ise yüzde 51 olarak gerçekleşti. Yani çiftçi ürettiği ürünü son dört yıldır düşük fiyattan satmaya çalışırken 2018 yılında maliyetleri % 51 oranında artmıştır. Bu dönemde tarımsal üretim ve ticaret ile uğraşanlar ilan edilen tüketici enflasyonunu aşağıya çeken bir görev üstlenmiştir. Eğer bu karşılaştırmayı yıllar boyunca yaparsak göreceğiz ki aslında tarım sektörü, diğer sektörlerden çok daha az düzeyde enflasyonu etkilemiştir. Tarım sektöründen çekilme eğiliminin bir sebebi de budur.
Tarım alanlarının küçülme sorunu dışında tarımsal üretimin pazarlanmasında da son yıllarda ciddi sorunlar yaşanmakta ve yanlış anlaşılmalara sebep olmaktadır. Örneğin son zamanlarda gündeme gelen stokçuluk vurgusu pazarlama zincirini zora sokan bir yorumlamadır. Karaborsa niteliği taşıyan her ticaret suçtur ve gereği yapılmalıdır. Fakat hasat edilen ürünün depolanarak zaman faydasının artırılması yüzyıllardır uygulanan bir tarım tekniğidir. Stok ve depo koşullarında satılmasının suç ilan edilmesi tarımın tamamen bitirilmesi anlamına gelir. Maliyetlerini, fiyatlarına yansıtamayan bir sektör büyüyemez. Tarımın hem üretiminde hem ticaretinde sıkıntılı bir döneme girilmiştir bu dönem planlanamaz ve yönetilmezse bu sektörün tümünü kaybederiz. Acil yapılması gereken tarım reformları çözüm yollarına dönmemiz gerekiyor tüm dünyada teknolojik alt yapı ve gıda tedarik için tarımsal üretimde iyileştirme yönünde büyüme göstermektedir. Ülkemizde maalesef tarım politikası konusu sadece gıda ürünlerinin fiyatlarının yükseldiği dönemde gündeme geliyor. 9 Aralık 2018 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurul’unda “Köylü Hakları ve Kırsal Alanlarda Çalışan Diğer Kişiler Deklarasyonu” kabul edildi. Bu deklarasyonla “köylülerin ve kırsal toplulukların toprağa, tohumlara, suya ve diğer doğal kaynaklara erişiminin garanti edilmesi, küçük çiftçinin korunmasının endüstrileşmenin önünde olduğu ve buna ilişkin tüm iyileştirme çabaları anlatıldı. Fakat Türkiye bu deklarasyona kabul oyu vermedi ve çekimser kaldı. Tarımda stratejik ürünler belirlenerek buna uygun strateji ve politika geliştirilmezse, tarımsal üretimdeki küçülme hızla devam eder. Dünyada petrol fiyatı, döviz kuru artmakta ve ülke ekonomisi için döviz harcamalarının azaltılması gerekmektedir. Türkiye’nin elindeki dövizi dışarıya daha sınırlı çıkarması gerekiyor. Bunu da ancak tarımla yapabilir. Tarımsal üretimi artırarak, ithalatı düşürerek dışarıya döviz aktarımını azaltabilir.
Sonuç olarak, tarımda kullanılan girdiler hem pahalı hem de dışa bağımlı. Bu maliyetlere karşılık ürün fiyatları ise son derece düşük kalıyor. Bu şartlar altında çiftçinin tarımı bırakmasından başka seçenek kalmıyor. Nitekim son açıklanan büyüme rakamlarına göre Türkiye’de küçülen tek sektör tarım sektörüdür.