SDT Uzay ve Savunma Teknolojileri A.Ş. Genel Müdürü Ömer Korkut, “Türkiye’nin olası tüm krizlere hazır, kendi ulusal hedeflerimize uygun tedbirleri alabilecek daha da güçlü bir savunma sanayiine ihtiyacı var. Bu aşamada kendi harbimizi yapabilmek için ihtiyaçlarımızın önemli bir kısmını kendimiz karşılıyor olmalıyız. Beklenmedik kısıtlarla karşılaşmamak adına kritik konularda dışarıya bağımlılığımızı en aza indirgemeliyiz.” dedi.
Kabiliyetleri ve tecrübesi ile savunma ve havacılık sektörüne ana yüklenici, alt yüklenici ve ürün tedarikçisi olarak hizmet veren SDT, katma değeri yüksek ve ihracata yönelik çalışmaları ile kişi başına ciro hedefiyle büyümeyi sürdürüyor. İhracat hedefli büyümeye odaklanarak 2023 cirosundaki ihracat oranını 2025 hedefindeki yüzde 35 seviyelerine ulaştırmak üzere olan SDT, ODTÜ Teknokent’te nitelikli ve dinamik, 250 kişilik ekibi ve güçlü AR-GE organizasyonuyla yerli ve milli savunma elektroniği ile yazılım ürünlerini genişletme çalışmalarını de emin adımlarla yürütüyor. Yılın başında sektöründe tamamı özel şirket profiliyle halka arzını gerçekleştiren ilk şirket konumundaki SDT, savunmada yüksek teknoloji ürünleriyle batı, doğu coğrafyası ve üçüncü dünya ülkelerine yaptıığı donanım ve yazılım ihracatı ile ülke ekonomisine de önemli katkı sağlıyor.
Türkiye’nin savunma alanında teknolojik gelişimleri gündemine paralel olarak ziyaret ettiğimiz SDT Uzay ve Savunma Teknolojileri A.Ş. Genel Müdürü Ömer Korkut ile firmanın faaliyet ve projelerini, gelecek hedeflerini, savunma sektörü ve ihracat gündemini konuştuk.
Öncelikle, SDT özelinde 2023 yılını nasıl değerlendirmektesiniz?
SDT olarak 2023’e farklı konumda girdik. Aralık 2022 sonunda SPK halka arzımızı onayladı. Şirketimizin yüzde 21.12’sinin halka arzı ile 4 Ocak 2023’te hisselerimiz İstanbul Borsası’nda işlem görmeye başladı. Sektörde tamamen özel olup, halka arz edilen ilk şirketiz. Tabii halka arz beraberinde birçok sorumluluğu da getiriyor. Artık kurucu ortağımız olan ana yatırımcımızla birlikte, halka arz kapsamında şirketimizin hisslerini satın binlerde yatırımcımıza karşı da sorumluluk taşıyoruz ve yerine getirmek üzere yüklendiğimiz taahhütlerimiz var. Tüm yatırımcıarın beklentileri finansal yönden karşılamamız gerekiyor. Verdiğimiz taahhüt kapsamında borsaya arz edildiğimiz yıl dahi temettü dağıttık. Bunun şirketimiz adına olumlu bir gösterge olduğunu düşünüyoruz. Elimizdeki veriler SDT’nin büyümesini devam ettirdiğini gösteriyor. Enflasyondan arındırarak baktığımızda sene sonunda 2023 hedeflerimizi de tutturacağımızı öngörüyoruz. Önemli olan sürdürülebilirlik ve üst üste büyüyebilmek. Son bir ayda gerçekleştireceklerimizi de dikkate aldığımızda bu yılın SDT için beklendiği gibi iyi bir yıl olacağını görüyoruz.
Halka arz firmanıza ne kazandırdı?
Borsaya açıldıktan sonra müşterilerimizde Şirketimize olan güven arttı. Çünkü borsaya açılmış şirket, çok ciddi kontrollerden geçmek, kurumsal olmak, hesap verebilir ve şeffaf yönlü hareket etmek durumunda. Sadece yönetimine değil, yatırımcısına karşı da sorumlu. Bu noktada SPK regülasyonları nedeniyle dolaylı olarak devlet kontrolünde olduğu yönünde şeklind ebir algı oluşuyor. Bu da mevcut ve muhtemel müşteriler nezdinde devlete olan güven dolayısıyla Şirkete olan güven şeklinde karşılık buluyor. Kısaca halka arzımız şu an yurt dışındaki iş geliştirme faaliyetlerimizde çok ciddi kaldıraç etkisi yarattı. 2025 yılı için koyduğumuz önemli ihracat hedefimize ulaşmada halka arzın büyük etkisini ve katkısını tahmin etmiştik, öyle de olacak gibi görünüyor.
SDT’nin hem mali hem de fiziki açıdan büyümesini nasıl değerlendirirsiniz?
Finansal anlamda kararlı büyümemiz söz konusu. Fiziki yönden büyümeyi ise olabildiğince muhafazakar tutmaya çalışıyoruz. Kişi sayısı olarak büyümeden çok finansal büyümeyi hedefliyoruz. Çünkü hedeflerimizden biri de kişi başına ciro hedefi. Yani katma değeri yüksek ve ihracata yönelik işleri yaparak büyümeyi amaçlıyoruz. Büyümemizin bir kısmını inorganik olarak yönetmeye çalışıyoruz. Yazılım sektöründe yaşadığımız en büyük zorluk nitelikli iş gücünü temin ve muhafaza edebilmek. Bu noktada yazılım mühendisi ihtiyaçlarımızı Temmuz 2023’de satın aldığımız simülasyon konusunda yazılım ve ürün geliştiren CEY Savunma ve Simülasyon Sistemleri’nden karşılama ve sinerji yaratma hedefini güttük. CEY firmamız kimlik değişimi olmadan Hacettepe Teknokent yerleşkelerindeki hayatına devam ediyor. Yine kendi projeleri, ürünleri ve yükümlülükleriyle çalışmalarını yürütüyor. Aynı zamanda sıkı bir iş birliği ve koordinasyonla SDT’ye destek veriyor. Dolayısıyla SDT olarak organik büyümenin yanında katma değerli inorganik büyümeyle hedeflerimize ulaşmaya çalışıyoruz.
İhracat, SDT’nin cirosunda nasıl bir yere sahip?
2021 yılından itibaren ortaya koyduğumuz ihracatla büyüme hedefimizi sürdürüyoruz. 2025’te ciromuzun yüzde 35’ini ihracattan yapmayı hedeflemiştik ve 2023 yılında oranı yüzde 30 seviyesine çıkarttık. Hatta yurt dışındaki iş geliştirme faaliyetlerimiz yakın zamanda meyvelerini verirse, 2025 hedefimizdeki oranın yüzde 45 ila 50’yi bulacağını tahmin ediyoruz. İç pazarda belli bir doyuma ulaşıldığını görüyoruz, sektörün hemen hemen bütün oyuncuları yurt dışında iş kovalıyor. Çünkü sektörümüzde sürdürülebilir olmanın yolu, küresel ve bölgesel pazarlara açılmaktan geçiyor. Biz de hedeflerimize emin adımlarla yürüyoruz ve önümüzdeki yıllarda da güzel gelişmelerin olacağına inanıyoruz.
Hangi ülkelerle ne tür iş birliği içerisindesiniz?
İtalya’da Telespazio ile iş birliği içerisindeyiz. Bu firmayla GÖKTÜRK programında başlayan işbirliğimiz hala devam ediyor. Benzer şekilde GÖKTÜRK programındaki rolümüzde sürekli hale geldi. Devam eden GÖKTÜRK Yenileme Projesinde bu kez ana yüklenici TUSAŞ’ın alt yüklenicisi olarak, ilk projede de olduğu gibi yine yer istasyonu donanım ve yazılımlarını gerçekleştiriyoruz. Telespazio ile yürttüğümüz işbirliği kapsamında yazılım ihracatı yapıyoruz ve geliştirdiğimiz uydu ve yer sistemleri yazılımları, Avrupa Uzay Ajansı’nda da kullanılıyor. Yine Güney Kore’nin geliştirdiği KF-21 beşinci nesil savaş uçağı programında kol içi simülasyon veri bağı sistemini tasarlayıp geliştirdik ve prototip teslimatlarını tamamladık. Şu anda protoip uçaklar bizim veri bağı sistemimizle uçmaya başladı. 2024’te imzalamayı beklediğimiz sözleşmeyle bu ürünün seri üretimini yapıp önemli bir ihracat başarısına daha imza atacağız. Bu ihracatın, teknoloji geliştiren bir ülkeye yapılması nedeniyle özellikle önemli ve prestijli olduğunu düşünüyoruz. Aslında en önemli ihracatımız, Türk Hava Kuvvetleri için geliştirdiğimiz ve seri üretim sözleşmesini imzaladığımız ve savaş uçaklarının havada canlı eğitimini sağlayan SDT ACMI POD’un 2022’de imzaladığımız bir sözleşmeyle Pakistan Hava Kuvvetleri uçaklarına entegre edilmesi projesi.
SDT ACMI POD’un amacı ve kullanım alanından bahsedebilir misiniz?
Air Combat Maneuvering Instrumantation (ACMI) podu (Hava Muharebe Manevra Teçhizatı), pilotların hava-hava ve hava-yer muharebe eğitimlerinin ve tatbikatların etkin biçimde yürütülmesini sağlıyor. Yüksek menzil ve hız özelliğine sahip RF veri bağı ve bütünleşik işlemcileri sayesinde gerçek zamanlı otonom pozisyon üretimi, silah simülasyonu ve gerçek zamanlı vurdu/vurmadı bildirimi gibi gelişmiş hava-hava ve hava-yer muharebe eğitim kabiliyetlerine sahip. Sistemin; görev planlama, canlı izleme, dibrifing ve analiz/değerlendirme özellikleri bulunuyor. SDT ACMI Sistemi, gerçek uçuş koşullarında ve çoklu tehdit/hedef ortamında eğitim imkânı sunuyor. Aynı zamanda yüksek hızlı veri bağı ve modüler tasarımı ile canlı, sanal, yapısal eğitim altyapısı olan bir yazılım donanım bileşeni. Yaklaşık 200 deniz mili mesafede irtibata imkan veriyor. Ürünümüz sayesinde aynı anda 200 uçak bağlantı kurabiliyor. Bu yetenğe sahip podları dünyada üç ülke yapabiliyor; Amerika, İsrail ve Türkiye. Biz daha önce İsrail ürününü kullanıyorduk. 2014’te bir prototip geliştirme projesinde rekabetle yerlileştirme projemizi kazanmıştık. Yerlileştirdiğimiz ilk dört podu 2018’de teslim etmiştik. 2025’te tamamlanacak seri üretim sözleşmemiz dahilinde Hava Kuvvetlerinin bu anlamdaki ihtiyacının tamamını karşılamış olacağız. Podları Türkiye’de F-16’lara entegre ediyoruz. Pakistan Projesinde ise F-16 haricinde Pakistan-Çin ortaklığı ile üretilen JF-17 çok amaçlı savaş uçağına da podu entegre ettik. Dolayısıyla podun pazarı genişledi. Malum diğer iki ülkenin ürünü çoğunlukla NATO uçaklarına entegre ediliyor. Doğu Bloku, Çin, Rus uçaklarına ise bu tür podlar henüz entegre edilmiş değil, edilme ihtimali de pek yok. Şimdi SDT ACMI POD’un bu tür uçaklara entegresi, uçakları kullanan ülkelerin doğrudan açık pazarımız haline gelmesini sağladı. Biz de iş geliştirme faaliyetlerimizi, bu ülkelerde yoğunlaştırıyoruz. Ürünümüzün ileride farklı ülkelerde yaygınlaştığını ve daha farklı platformlara entegre edildiğini göreceğimizi düşünüyoruz.
Başka hangi ürünlere sahipsiniz ve hangi ülkelere ihracat yapıyorsunuz?
2015 yılından bu yana İzmirli Tamgör Elektronik ile yürüyen iş ortaklığımızla RF karıştırıcı üretiyoruz. Bugüne dek silahlı kuvvetlere sırt ve araç tipi olmak üzere yaklaşık 3500 RF karıştırıcı teslim ettik. Sahada tamamen kendini ispat etmiş mobil jammerlarımızı, ihalelerini kazndığımız projeler vasıtasıyla; Kara, Deniz Hava Kuvvetleri Komutanlıklarımızla beraber Jandarma Genel Komutanlığımızın hizmetine sunma imkânı yakaldık. Bu teknolojinin 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’de üretimi başlamıştı. Biz jammerların da ihracatını yapıyoruz. Nijerya’ya tüfek tipi jammer, Libya’ya araç tipi jammer ve bir zırhlı platform üreticisiyle başka bir Afrika ülkesine araç tipi jammer satışı yaptık. Suudi Arabistan’a yakın zamanda küçük ölçekli de olsa bir simülasyon ürünümüzün ihracatı olacak. Sonrasında bu ölçeği büyütmeye çalışıyoruz. Geneline baktığımızda ise ihracatımızı, İtalya’dan Güney Kore’ye, Libya’dan Nijerya’ya, Pakistan’dan Suudi Arabistan’a sürdürüyoruz. Türkiye’nin Körfez Bölgesi’nde ilişkilerinin gelişmesi bizim için değerli ve önemli. Azerbaycan başta olmak üzere Türk Cumhuriyetlere henüz ihracatımız yok, ancak ürünlerimizi pozisyonlama ve yoğun iş geliştirme faaliyetlerimiz mevcut.
İhracatınızda batıda ilerlemeyi düşünüyor musunuz?
Savunma ihracatı diğer sektörlerdeki ihracattan biraz farklı. Bu alanda belli ürünlerin ihraç edilebilmesi için konjonktürün de uygun olması gerekiyor. Bir ülkeye savunma ihracatı yaptığınızda ve özellikle platform veya sistem ihraç ettiğinizde o ülkeyle uzun süreli bir işbirliğine giriyorsunuz. Çünkü bir geminin 50 yıl ve bir uçağın en az 30 yıl ömrü var. Mesela Güney Kore bizden aldığı alt sistem seviyesindeki veri bağı ürünleri için 5 yıl garanti ve sonrasında da uzun süreli destek istiyor. Bu uzun süreli birliktelik belli koşulların sağlanması halinde mümkün hale geliyor. O yüzden konjonktürel gelişmeler, savunma ihracatını doğrudan ilgilendiriyor. Elbette doğu coğrafyasına ve üçüncü dünyaya olduğu gibi batıya ve gelişmiş ülkelere de ihracat yapmayı istiyoruz. Ancak bunun için sadece Şirketin gayretleri yeterli olmuyor, bizim dışımızda belli koşulların sağlanmış olması gerekiyor. Kısaca karşılıklı güven ortamının oluşması lazım ki, savunma alanında iş birliği olabilsin.
Peki, Afrika pazarıyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Afrika pazarı, stabilite konusunda sorunlu bir pazar. Bölgede ülke yönetimleri sık el değiştiriyor, bunu gözetmek gerekiyor. Doğal kaynak anlamında çok problemleri yok, ama kaynakları doğru yerde kullanma konusunda hâlâ zorluk yaşadıkları malum. Bu coğrafyada ürün pazarlama ve satışı kadar karşılığını almak da önemli. Bahsettiğim gibi bölgeye butik ihracatımız oldu ve zorlukla da karşılaşmadık. Doğru ve güvenilir bir kanalla yola çıkmak çok önemli. Tabii büyükelçilikler ve askeri ataşelikler nezdinde girişimlerimizle varlığımızı biraz daha fazla hissettirmeye çalışıyoruz. Mesela IDEF 2023’e bölgeden çok iltifat ve katılım vardı, benzer vesilelerle kurduğumuz ilişkileri geliştirip ilerleterek ihracat imkanlarını zorluyoruz, ama henüz bu bölgede ofis kurma veya yerel olarak bulunma noktasında değiliz. Eğer bulunmamızı gerektirecek büyüklükte bir ihracat yapabilirsek seçenekleri değerlendiriyoruz. Kuruluşumuzdan bu yana birçok özgün platforma alt sistem sağladık. İş birliğinde olduğumuz TUSAŞ Afrika ülkesine ANKA sattığı anda bizim sağladığımız yer kontrol istasyonu bilgisayarı ve Veri Kayıt Sistemi doğal olarak orada kullanılıyor. TUSAŞ’ın yurt dışı coğrafyalarına ihraç ettiği platformlarının bu alt sistemlerinin yerinde desteği konusunda da sözleşme imzaladık. Dolayısıyla ANKA platformunda yer alan alt sistemimizin bakım, idame ve onarıma ihtiyacı varsa orada oluyoruz.
Sektörünüz itibarı ile ülkemizdeki yabancı hayranlığını nasıl değerlendirmektesiniz?
Bence bu konuda çok büyük aşama kaydedildi. Bunu değerlendirebilecek kadar uzun süredir sektörün içindeyim. Kullanıcı tarafı olan Türk Silahlı Kuvvetlerinde de 22 yıllık tecrübem olduğundan bunu çok rahat görebiliyorum. Yabancı bağımlılığı il zamanlarda hayranlıktan da farklı olarak bir zaruretti. Çünkü ülke olarak maalesef bu sistemleri ya da ürünleri yapamıyorduk, sonra bir çok ürünü kendimiz tasarlamaya, geliştirmeye ve üretmeye başladık. Ancak bu ürünlerde kullanılabilirlik noktasında içeride bile güven tesis etmek zaman alır. Savunma sanayiinde son 15 yıldaki gayretlerin meyvesini vermesi de zaman alacak elbet. Fakat Türkiye bu işi çözdü, artık biz de iyi ürünleri geliştirebilir durumdayız. Hayranlık da artık kayboldu, özellikle belli alanlarda, ama tabii bunun sonu yok. Tamam biz olduk, dememek ve hep daha iyisini yapmaya çalışmak lazım. Önümüzdeki dönemde de malzemesinden tutun eksikliğini hissettiğimiz tahrik sistemleri açısından da daha yüksek teknolojileri bütün platformlar için yerlileştirme ve millileştirme hamlesini istediğimiz noktaya getirip, savunma alanında daha fazla kendine yeten bir ülke haline gelmemiz gerekiyor.
Yetişmiş insan kaynağı konusunda neler söylemek istersiniz?
Şu an yetişmiş insan gücünü sektörde ve Türkiye’de tutmakta güçlük çekiyoruz. Ülke olarak hem finansal hem de sosyolojik açıdan yurt dışına beyin göçünü durduracak çareler bulmamız lazım. Beyin göçünün önüne geçmek adına daha çok cazibe merkezleri yaratmaya, belli alanlarda sağlanan tersine beyin göçünün devamlılığı için bütünsel yaklaşımları uygulama üzere kafa yormaya ihtiyacımız var. İşlerimizi insanla yapıyoruz ve yetişmiş nitelikli insan gücüne daha çok uzun süre ihtiyacımız olacak.
Ülke savunması ne kadar güçlüyse uluslararası arenadaki duruş da başka oluyor. Bu bağlamda Türkiye’nin bugününü nasıl yorumlarsınız?
Kesinlikle! Türkiye zaten uzun zamandır bölgede önemli bir silahlı güç. NATO nazarında ele alırsak; Avrupa ülkeleri 1990’dan sonra soğuk savaşın tamamlanmasıyla savunma harcamalarına çok önem vermediler. Türkiye’de ise durum tam tersine gelişti ve ülkemiz, terörizm sorununu alt etmek, örtülü veya açık ambargolara karşı koymak ve bölgesinde yaşanan krizler karşısında güçlü duruşunu muhafaza etmek için kaslarını kuvvetlendirmek üzere önemli kaynak harcadı. Türkiye’nin savunma alanında geliştirdiği yeteneklerle birlikte kazandığı tecrübenin en önemli faktörü; sahada sürekli kriz yönetimi, harekat düzenlemesi. Yeni kazanımlarla geliştirilen konseptlerin ve yeteneklerin sahada kullanımı sonrasında alınan geri beslemeler sayesinde yetenekler olgunlaştı ve sahanın ihtiyacını karşılayabilen ve sahada gerçekten karşılığı olan sistemler ortaya çıktı. Ayrıca bahsettiğimiz gibi Türkiye’de savunma sektörünün teşviklerle desteklenmesini de buna ilave ettiğimizde, Türkiye belli alanlarda dünyada sayılı ülkelerden biri haline geldi. Özellikle silahlı silahsız insansız hava araçlarında ve deniz platformlarında kendinden söz ettirecek ve sistemlerini batı dahil birçok ülkeye pazarlayabilecek konuma ulaştı. Bu önemli bir başarı ve ülkemiz böylece belli durumlarda kendi duruşunu sergileme esnekliğini de kazandı. Yalnız savunma pahalı bir iş. Savunma tüketici bir sektör, aslında bu alanda üretmiyoruz, tüketiyoruz. Savunmayı destekleyecek ekonomi çok önemli bir konu ve sektörün ayakta kalması ve sürdürülebilirliği için destekleyici finansal ekosisteme ihtiyaç var. Hepsini bir araya getirebilirsek ve savunmanın ihtiyacı olan kaynağı sektör kendi ihracatıyla sağlayabilirse milli savunm sanayiimizi daha da yükseltiriz. Sadece bölgesel değil, geniş ölçekte güç olma yolunda ciddi aşamalar kaydedebiliriz, diye düşünüyorum.
2024 yılı hedefleriniz neler?
Biz 2024’ü ve önümüzdeki yılları artık sürdürülebilirlik parolası ile yönetmeyi planlıyoruz. Hedefimiz ise ihracatla büyümek. Ayrıca savunma sektöründe 18 yıllık tecrübemizi ve tüm kazanımlarımızı adapte edebileceğimiz katma değerli diğer sektörlerde kullanmayı da hedefliyoruz, bunu uygulamaya da koyduk. 2021 yılında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ile üç safhadan oluşan “Milli Sismik Veri İşlem Yazılımı” projesinin sözleşmesini imzalamıştık. Şu anda projenin ikinci safhasını bitirmek üzereyiz ve gelecek sene tamamlanmış şekilde teslim etmeyi planlıyoruz. Ürünlerimizin ve bu tür projelerin sayısını artırmayı düşünüyoruz. TP ile projemizi imzaladıktan sonra iştirakleri olan Offshore Technology Center’a başka bir proje için de imza atmıştık. OTC ile birlikte Filyos’taki Sakarya Doğalgaz İşleme Sahası’nın Offshore tarafındaki dijital ikizinin CBS’ye aktarılması işinin büyük kısmını tamamladık, söz konusu projeyi de sene sonunda bitirmeyi planlıyoruz. Enerji sektörü başta olmak üzere katma değerli sektörlerde daha fazla olmayı istiyoruz. Hedefimizdeki diğer bir sektör ise raylı sistemler. Bu alan Türkiye’de genişleme potansiyeli çok büyük bir sektör. ATAK’tan ANKA’ya birçok yerli ürünümüzde alt sistem seviyesinde veri kayıt sistemlerimiz mevcut. Bu sistemleri raylı sistemlerde de kullanılabilir hale getirip, bu alandaki millileşme ve yerlileşme hamlesine katkıda bulunmayı hedefliyoruz. Bu kapsamda sektör temsilcileriyle, platform üreticileriyle ve söz konusu yerlilişme hamlesine katkı sağlayan kalkınma ajansları ile sürekli temas halindeyiz. Eurasia Rail Fuarlarına katılıyoruz, sektörde alan ve pazar açma gayretimizle imkan ve kabiliyetlerimizi son kullanıcılarla ve ihtiyaç sahibi makamlarla buluşturmaya çalışıyoruz.
Son olarak eklemek istedikleriniz…
Dünya geneline baktığımızda kriz ortamına doğru gidiş söz konusu. Bölgesel krizler, hiç beklenmedik şekilde büyüyüp, küresel krizlere dönüşebiliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin krizlere hazır, kendi ulusal hedeflerine uygun tedbirleri alabilecek daha da güçlü bir savunma sanayiine ihtiyacı var. Bu aşamada kendi harbimizi yapabilmek için ihtiyaçlarımızın önemli bir kısmını kendimiz karşılıyor olmalıyız. Beklenmedik kısıtlarla karşılaşmamak adına kritik konularda dışarıya bağımlılığımızı en aza indirgemeliyiz.