Dünya ekonomilerinde zemin yine çok kaygan ve para politikaları her geçen gün farklılaşıyor. Bir yanda gelişmekte olan ülkeler (BRIC) bir yanda ABD ve diğer yanda Japonya. Finansal krizin etkilerinden sıyrılmaya çalışan küresel piyasalar, son birkaç yıldır ABD’nin büyük miktarlarda para basarak faiz oranlarını düşük tutmaya devam edeceği ve Çin’den gelecek yüksek talebin dünyanın her yerindeki emtiayı tüketeceği gibi birkaç değişmez faktöre bağlı olarak ilerliyor. Japonya ise büyük oranda piyasalardan bağımsız hareket ediyor. Söz konusu bu üç faktörün aniden piyasalarda sorgulanmaya başlaması ile özellikle son birkaç hafta içerisinde içinde borsalarda, tahvil piyasalarında, emtialarda ve gelişmekte olan ülkelerin döviz piyasalarında şiddetli sarsıntılar başladı.
Küresel ekonomi ile piyasalara ilişkin şu an için en büyük soru şu: Yaşanan gelişmeler, normale dönüş sürecinde kaçınılmaz olarak yaşanan sarsıntılar mı yoksa finans piyasalarında volatilitenin daha da artacağının bir işareti mi? ABD ekonomisi artık birbirini tekrarlayan yüksek dozlarda parasal canlandırmaya ihtiyaç duymuyor; Japonya yeniden büyümeye başladı; Çin ekonomisi ise yavaş yavaş daha sürdürülebilir bir hızda büyümeye geçiyor. Volatilite ihtimaline gelince, FED’in uyguladığı politikalarda yapmaya niyetlendiği değişikliklerin yanlış yorumlanması, ABD ekonomisi yeterince toparlanmadan faiz oranlarının yükselmesine neden olmuş olabilir mi? Bu sorulara cevap vermek şimdilik imkansız.
Küresel piyasalardaki belirsizlik volatiliteyi artırıyor!
ABD ekonomisi hâlâ tam iyileşmedi. İşsizlik oranı yüzde 7,6 ve daha da yükselebilir. İşe sahip olanların aldığı ücretler ise durgun, yani artmıyor. Ancak ekonomi yavaş da olsa daha iyiye gidiyor. Tüketici güveni son beş yılın en yüksek, işsizlik maaşı başvuruları beş yılın en düşük seviyesinde bulunuyor. Son altı ayda aylık 200 bin kişilik istihdam yaratıldı. Bu seviye, işsizlik oranını hızla düşürmek için yeterli olmasa da altı ay önceki 140 bin aylık istihdamdan daha iyi. Hükümetin harcama kesintileri ve getirdiği vergi artışları, tüketici harcamalarını baskı altına alıyor. Evet, Avrupa’nın düştüğü bataklık ABD ihracatına zarar veriyor. Ancak tüm bunlara rağmen ABD ekonomisi sürpriz şekilde iyi bir performans gösteriyor. Bu koşullar göze alındığında, FED’in son yaptığı açıklamalar ABD’nin kararsızlığını ve önümüzdeki günlerde veriler odaklı hamleler yapacağını ortaya koyuyor.
Son dönemde ekonomi alanında ciddi bir değişikliğin olmadığı tek yer ise Avrupa. Avrupa halen resesyonla mücadele ediyor. Euro Bölgesi ekonomisi altı çeyrek dönemdir daralıyor. Bölgenin mevcut çeyrek dönemde de büyümesi beklenmiyor. Avrupa Merkez Bankası, Euro Bölgesi’nin ekonomik görünümü konusunda aşağı yönlü risklerin sürdüğünü belirtse de şu an herhangi bir adım atılmış değil. Yunanistan, İtalya, Portekiz, Hırvatistan gibi AB’nin sorunlu ülkelerinde işsizlik hâlâ yüksek oranlarda. Resesyon endişelerindeki artış iç dinamikleri ve siyasal istikrarı da etkilemekte. Bölgeyi tehdit eden çok sayıda risk var. Avrupa’daki durgunluğun devam etmesi, bölgenin iç ve dış şoklara karşı kırılganlığının da süreceği anlamına geliyor. Çin ekonomisinin daraldığına ilişkin işaretlerin artması, Almanya’nın en büyük ihracat ortaklarından birinin talebinin de azalabileceği anlamına geliyor. Bir diğer risk ise Euro’nun güçlenmesi. Euro, son iki gündür geriliyor olsa da birçok para biriminden oluşan döviz sepeti karşısında son altı ayda kaydedilen en yüksek seviyeyi gördü. Euro güçlenmeye devam ederse Avrupalı ihracatçılar da sorun yaşayacaktır. Tüm bu gelişmeler önümüzdeki dönemlerde Draghi üzerinde faiz indirimine gitme yönünde bir baskı yaratabilir.
Japonya ise gevşek para politikasına devam etmekte ve hâlâ borçlar çok fazla. Ancak Kuroda agresif para politikasının ne zaman küçültülmeye başlanacağı konusunda konuşmak için henüz çok erken olduğunu vurguluyor.
Gelişen piyasalar faiz silahına sarılıyor!
Gelişmekte olan piyasaların merkez bankaları oyunu kuralına göre oynamaya çalıştı. Para birimlerini desteklemek için arka arkaya müdahalelerde bulundular. Şimdi ise piyasalardaki Büyük Para Birimi Satışında yeni bir safhaya geçmişe benziyoruz. Politika yapıcılar, işleri yoluna koymak için yeniden para politikasına sarılıyor. Gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere, finansal krizden çıkış yolları arayan ülkeler faiz silahına sarılmış durumdalar. Enflasyonun yol açtığı baş ağrısını gidermeye çalışan Endonezya, bir yandan da para birimindeki zayıflık ile mücadele etmek amacıyla aybaşında faizlerde artışa gitmişti. Benzer şekilde geçtiğimiz haftalarda Hindistan Merkez Bankası borçlanma maliyetlerini iki puan birden yükseltip yüzde 10.25’e çekti. Hindistan’da enflasyon şimdiden gerilemeye başladı. Büyümenin de alarm verdiği söylenemez. Sonuçta merkez bankasının hareketleri, borsa yatırımcılarını korkutabilir ki bu da para birimlerini ciddi şekilde etkileyebilir. Çünkü para politikalarında sıkılaştırmaya gitmenin de belli riskleri var. Türkiye tarafına baktığımızda ise durum pek farksız değil. Geçtiğimiz hafta içerisinde Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nda Merkez Bankası’nın gecelik politika faizinde, beklendiği üzere faiz değişimine gidilmediğini ve faizin yüzde 4,50 seviyesinde tutulduğunu ve faiz koridorunun üst bandında daha önceden bahsedildiği üzere yükseltmeye gittiğini, gecelik borç verme faiz oranını da yüzde 6,5’tan yüzde 7,25’e çıkardığını açıkladı. Brezilya da aybaşında yabancıların tahvil yatırımlarına uygulanan yüzde 6’lık vergiyi kaldırmıştı. Asya’daki gelişmekte olan piyasaların bir ikamesi gibi değerlendirilen Avustralya’da da Çin ve Hindistan’da yaşanan gelişmelere bağlı Avustralya doları, dolar karşısında değer kaybetti.
Tuğba Özay / İntegral Menkul Değerler, Araştırma Departmanı, Analist