İstanbul Kültür Eğitim Kurumları’nın başındaki yöneticilerinden biri olarak ilk hedefinin bu eğitim efsanesinin uygulamalarını sürdürmek olduğunu ifade eden İstanbul Kültür Eğitim Kurumları Okullar Koordinatörü Biriz Kutoğlu, İstanbul Kültür Eğitim Kurumları’nın zirvedeki yerini değişim ve gelişimdeki öncülüğüyle koruyacağını vurguladı.
İstanbul Kültür Eğitim Kurumları 60 yıla yaklaşan geçmişi, özel öğretim alanındaki yenilikleri ve kalitesiyle Türkiye’nin önde gelen öğretim kuruluşlarından birisi. İstanbul Kültür Eğitim Kurumları Okullar Koordinatörü Biriz Kutoğlu da yaklaşık 20 yıldır özel eğitim sektöründe görev yapıyor. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri mezunu olan Kutoğlu. Mezuniyetinin ardından Hacettepe Üniversitesi’nde eğitim uzmanı olarak göreve başladı. Daha sonra çeşitli özel okullarda ve sivil toplum kuruluşlarında eğitim uzmanı ve eğitim yöneticisi olarak kariyerini sürdürdü. Bu süreçte yüksek lisansını tamamladı. Son 10 yıldır okul kurma, okul geliştirme, farklı okul projeleri yapma, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu gençlere ihtiyaç duyduğu becerileri kazandırma, onları iten okul değil de çeken okul konseptini oluşturmaya yönelik pek çok projede görev aldı. Son bir yıldır da Kültür Ailesi’nin eğitim yöneticisi olarak görevini sürdüren Biriz Kutoğlu ile Türk eğitim sistemindeki sorunları ve İstanbul Kültür Eğitim Kurumları’nın hedeflerini konuştuk.
Bir eğitim yöneticisi olarak İstanbul Kültür Eğitim Kurumları’ndaki idealiniz nedir?
Burada, 56 yıllık İstanbul Kültür Eğitim Kurumları’nın başındaki yöneticilerinden biri olarak ilk hedefim bu eğitim efsanesinin uygulamalarını sürdürmek. İstanbul Kültür Eğitim Kurumları’nın hem zirvedeki yerini muhafaza etmesi hem de dünyada ve ülkemizdeki çok hızlı değişime ayak uydurması gerekiyor. Önceden olduğu gibi 5 yılda bir, 10 yılda bir eğitim programını değiştirmek yeterli değil, artık her yıl güncelleme ihtiyacı duyuyoruz. Bütün eğitim programlarının 21. Yüzyıl becerileri dediğimiz eleştirel düşünme, problem çözme ve benim için en önemlisi olan girişimcilik üzerine kurgulandığı bir okul konsepti oluşturmayı amaçlıyorum. Bu amaç için çeşitli yatırımlar yapıyoruz. Stratejimizi buna göre düzenledik, güncelledik. Görev sürem boyunca tüm çalışmaları bu çerçevede yürüteceğiz.
İstanbul Kültür Eğitim Kurumları köklü ve gelenekleri olan bir kuruluş. Bu tür kuruluşlarda hızlı değişimler kolay olmaz genelde. Siz buna nasıl bakıyorsunuz?
İstanbul Kültür Eğitim Kurumları çok dinamik bir kuruluş aslında. Ben böyle görüyorum. 56 yıllık geçmişine baktığımızda hep öncü uygulamalara imza attığını görüyoruz. Eğer değişime kapılarını kapayan bir kurum olsaydı hiçbir zaman öncü uygulamaları hayata geçiremezdi. İlkokul servisi, ölçme değerlendirme servisi, PDR (Psikolojik Danışma ve Rehberlik) servisi, test bürosu gibi uygulamalar Kültür Koleji çatısı altında kurulmuş birimlerdir. Kültür 2000 Koleji’nin açılmasıyla uluslararası okul, uluslararası program, bilingual okul devreye girmiştir. Bununla birlikte mezunlar artık yurt dışındaki üniversitelere aldıkları uluslararası diplomayla yerleşmeye başlamışlardır. Yakın zamanda bir öğrencimiz Oxford Üniversitesi tarafından kabul edildi. Klasik olacak belki; biz öğrencilerimizi İngilizceyi çok iyi kullanan, onun yanına bir yabancı dili daha katmış olan dünya vatandaşları yapmaya çalışıyoruz. Tabii bunun somut göstergesi üniversiteye yerleşimdir. Ancak süreç değerlendirme de önemli. Kültür Koleji hem süreçte hem sonuçta niteliksel bir performans yönetimini benimsemiştir. Bu ne demek? Süreçte öğrencinin ürettiği proje, geçirdiği öğrenci yaşantısı ve kazandığı beceri onu hayata hazırlar. Dünyanın saygın ülkelerinde saygın noktalarda olması için gerekli tüm donanımı ona verir. O yüzden Kültür Koleji’nde değişim ve gelişim hiçbir zaman köklülükle çatışmaz, gelenekle çatışmaz. Geleneğimiz kendine hastır ama bu geleneğin içinde değişim, gelişim ve öncü olmak vardır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın belirlediği bir eğitim müfredatı var. Ancak özel öğretim kurumları bu müfredatla yetinmeyip yurtdışındaki modellerden yararlanıp uyarlamalar yapıyorlar. Bugün bu müfredatın ciddi bir değişime ihtiyacı olduğu hep dillendiriliyor eğitim camiasında. Siz bütün bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bir eğitim bilimleri mezunu olarak yanıtlamak istiyorum bu soruyu. Bu konu bizim yıllardır hem ailelere hem öğretmenlere anlatmaya çalıştığımız bir meseledir. Milli Eğitim Bakanlığı sıkça değişiklik yapar. Bu değişiklikten herkes rahatsız olduğunu dile getirir. Ben biraz farklı düşünüyorum. Neden? Özellikle 2005 senesinden bu yana eğitim programları yani müfredat değiştirildi. Son derece modern bir yaklaşıma büründürüldü. Bu eğitim programları kapsamında bir özel okuldaki ya da devlet okulundaki öğretmen üst düzey zihinsel becerileri, analitik düşünme becerisini öğrencilere rahatlıkla kazandırabilir. Buna engel olan hiçbir şey yok. Ama burada program okur-yazarlığı çok önemli. Yani öğretmenlerin Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı öğretim programını doğru anlaması gerekir. Müfredatı sadece konular bütünü olarak değil de bir yaklaşım olarak birlikte ele almalılar. Ölçme değerlendirme anlayışının toplumsal olarak da değişmesine ihtiyaç var. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı müfredat yurtdışındaki müfredattan farklı değil. Çünkü 80’e yakın ülkenin eğitim sistemi ve müfredatı incelenerek 2005’te bu güncellemeler yapılmıştır Türkiye’de. Bir gerçek var eğitim alanında: öğretmen sistemi kabul ederse o sistem başarıya ulaşır. Öğretmen, dolayısıyla kurumlar sistemi kabul etmezse sistem sağlıklı yürüyemez. İşte burada devreye öğretmenin hizmet içi eğitimi, mesleki gelişim ve süpervizyon çalışmaları devreye giriyor. Bugün bizim ülkemizde bir hekim adayı, bir mühendis adayı öğrenim görürken ya da mezuniyet sonrasında sürekli olarak gelişmeleri takip eden, yurt dışı ile bağlantıları olan formda kariyerlerini sürdürürler. Öğretmen arkadaşlarım için durum öyle değil. Bu, tartışmaya ve gelişmeye açık bir konu. Tabii ki işin mali boyutu da var. Çok ciddi yatırımlar yapılmalı. Ama Türkiye’nin buna ihtiyacı olduğuna inanıyorum.
Burada devletin üzerine düşenler var demek ki…
Muhakkak bu, devleti yönetenlerin kararıdır. Ancak bir eğitimci olarak tespitlerim bu yöndedir. Bireyin üst düzey becerileri çok önemlidir. Bilecek, kavrayacak, yorumlayacak, uygulayacak, bu aşamalardan sonra analiz etme basamağı vardır bilimsel olarak. Ancak analiz etmeye başladığında üst düzey beceri harekete geçer insan zihninde. O zaman da üretim başlar. Ülkemizdeki uygulamalara baktığımızda kavrama basamağına dahi geçilemediğini görüyoruz. O noktada yatırımlar yapılmalı. Okullarda atölyelerin artması, uygulamaya yönelik ortamın genişletilmesi, geliştirilmesi, saha araştırmalarının yapılması gerekli. Son zamanlarda çok güzel uygulamalar oldu: internetin ve akıllı tahtaların okullara girmesi vb. Bu bizi ileri götüren bir şeydir. Ama sınav sisteminin bütün bunlara engel olduğu ile ilgili yaygın bir kanı var. Hata burada. Ben bunun karşısındayım. Biz eğer öğrenciyi üst düzey zihinsel becerilerle ilk günden beri donatırsak, böyle bir ortam sağlarsak zaten bu sınavların tümünde başarılı olur. Hedefimizin bu olması lazım.
Devletin teknolojisi var, müfredatı iyi o zaman neden başarılamıyor bu?
En zor iş alışkanlıkları değiştirmektir. Biz buna eğitim dilinde davranış söndürme diyoruz. Yıllarca tek odağı sınav olan eğitim sistemini birden bire eleştirel düşünme boyutuna getirmeniz o kadar kolay olmaz. Çünkü alışkanlıklar var. Anne babalar çocuklarını eğitirken kendi öğretmenleri, kendi ebeveynleri akıllarına geliyor. İster istemez geçmişlerindeki yaklaşımla beklenti içine giriyorlar. Örneğin; artık deftere çok fazla yazı yazdırmıyoruz. Ya tablette ya da internette yazıyorlar. Ama veli kendisi öğrenciyken deftere yazdığı için kendi çocuğunun da defterinden takip etme beklentisinde. Artık jenerasyon değişti. Şu anda biz Z kuşağını yetiştiriyoruz. Z kuşağı çok farklı. 2000’den sonra her şey değişti. Her şey sanallaştı. Bir sempozyumda bir hocamız Z kuşağından şöyle bahsetmişti:“Bizler analog göçmeniz, onlar dijital yerli.”Bir analog göçmen bir dijital yerliye ders verirken kendini güncellemek zorunda. Bütün mesele bu.
Ülkede eğitim politikalarını belirleyecek tek bir kurum veya bakanlık olması gerektiği görüşünü nasıl yorumlarsınız?
YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim adına yapacağı ortak çalışmalar var.Devlet okullarında kadrolu eğitim uzmanı, ölçme değerlendirme uzmanı, program geliştirme uzmanı yok. İngilizce öğretmeni açığımız var? Bir kadro gerçeği var, bir de üniversitedeki bilimsel çalışmaların k12 kısmına nakledilmesi var. Eğer biz bu işbirliğini ve sinerjiyi ülke genelinde gerçekleştirebilirsek tek kurum Milli Eğitim Bakanlığı olmuş veya başka bir kurum olmuş fark etmez.
K12 ile üniversitelerin entegrasyonuna vurgu yaptınız. Bu noktada dünyada, gelişmiş toplumlar bunu nasıl yapıyor?
Şimdi burada nüfus gerçeği çok önemli. Türkiye çok büyük bir genç nüfusa sahip. Bugün Avrupa’da bize nüfus olarak en yakın model Almanya. Sanayileşmeyle birlikte ara insan gücüne ihtiyaç duyuyor ve sistemini buna göre modellemiş durumda. Almanya’da mesleki eğitim alan öğrenci sayısı akademik eğitim alanlardan daha fazladır. Bugün Amerika’da pek çok devlet okulu Türkiye’deki okullardan iyi durumda değil. Bunu biliyoruz. Ama çok iyi okulları da var. Model almamız gereken şey bilimsel çalışmaların, üretilen makalelerin, araştırmaların, bilim merkezlerinin sayılarının artırılmasıdır. Bunların sanayiye de aktarılması gerekiyor. Beyaz yakalı ve mavi yakalı ihtiyacına göre k12 kısmı da şekillendirilmelidir. İstanbul Kültür Eğitim Kurumları da bu noktada kendisine fen lisesini örnek almıştır. Fen lisesi bilim insanı yetiştirmek için vardır. Bu çok önemlidir. Bu noktada belki bu tür modelleme ya da mevcut modeli gözden geçirmek bir çözüm olabilir. Mevcut modelde ülkemizin hangi mesleklere ne ölçüde ihtiyacı olduğunun tekrar gözden geçirilmesi zorunludur. Muhakkak ki bütün bunlar değerlendiriliyor. O yüzden ben çok umutluyum. Çok iyi şeyler olacağına inanıyorum.
Eğitim sisteminde özel öğretim kurumlarının sayısının artması noktasında da görüşlerinizi almak isteriz…
Ben bu konuda devletin politikasını doğru bulanlardanım. Okul kurmak isteyen girişimcilere ya da eğitimcilere devletin sağladığı çok ciddi vergi muafiyetler var. Öte yandan vatandaşın çocuğunu özel okulda okutması için verdiği ciddi bedel var. Bir öğrenci için bugün 3 bin ile 4 bin lira arasında değişen bir bedel bu. Bu politikanın yatırımcı ve vatandaş açısından bir atılım ve devlet okullarındaki sınıf mevcutlarının azaltılması için önemli bir uygulama olduğunu düşünüyorum. Devletin ana politikalarından biri özel okullara teşvik olmalı.
Son olarak da İstanbul Kültür Eğitim Kurumları’nın 2016-2017 eğitim yılı özelinde hedef ve hazırlıklarını konuşalım…
Yeni eğitim yılı için bütün çalışmalarımızı, bütün planlarımızı uygulamaya aldık. İstanbul Kültür Eğitim Kurumları uzun zamandır başarısını öğretmenlerine yaptığı yatırımla sağlamış bir kurum. KÜGEM (Kültür Koleji Eğitim ve Geliştirme Merkezi) de bu çatı altında her yıl belirlediğimiz hedeflere ulaşmakla ilgili olarak öğretmenlerimize mesleki eğitimi vermek amacıyla kurulmuş bir birimdir. İstanbul Kültür Eğitim Kurumları stratejik bir planla yönetilen bir kurum ve performans göstergeleri var. Her zaman birinci sıradaki hedef eğitimin niteliğidir. Eğitimin niteliğini ne yaparsak daha geliştirebiliriz? Tabii ki dünyadaki gelişmeler buna damga vuruyor. Biz çocuklara eğitim verirken dünyadaki gelişmeleri öğretmek zorundayız. Ama bunu önce öğretmenimizle paylaşmak durumundayız. Bunun için yine üniversite-kolej işbirliği ile hareket ediyoruz. 15 Ağustos günü KÜGEM dönemi açılışında bütün bu hedeflerimizi anlattık. Hem Yönetim Kurulu Başkanımız hem de Kültür Üniversitesi Rektörümüz ile bütün öğretmenlerimize bunları açıkladık. Biz geçtiğimiz Şubat ayında Kültür Koleji’nde Da Vinci İnovasyon Merkezi adında bir merkez kurduk. Buradaki hedefimiz tamamen üst düzey zihinsel beceri kazandırılması, inovatif bakış açısı, üretme becerisi ve girişimcilik ruhunun öğrencide oluşması. İkincisini de Kültür 2000Koleji’nde geçtiğimiz günlerde açtık. Böylece iki kampüsümüzde birden çok özel inovasyon merkezleri oluşuyor. Bu merkezlerin içinde sanal geçeklikten 3D yazıcıya, tasarıma, kodlama ve robotik laboratuvarına kadar tamamen ileri teknolojiyle hazırladığımız mekanlar var. Tabii ki bu mekanlara anlam kazandıran öğretmenlerimizdir. Bu konudaki hizmet içi eğitimler devam ediyor. Bunun yanında sanatsal faaliyetler de var. İnternet üzerinde okul radyosu kurduk. Bir öğrenci canlı yayın yapabiliyor. Bütün bu imkanlar artık okullarımızda var. İnovasyondan sonra ikinci başlığımız ise duyarlılık. 21.yüzyıl becerileri arasında en önemlilerinden birisidir duyarlılık. Biliyorsunuz sanayileşme çevre kirliliği ve küresel ısınma tehdidini karşımıza çıkardı. Bu yıl İstanbul Kültür Eğitim Kurumları’nda yılın teması olarak çevre kirliliğini belirledik.