Liderlik kavramıyla ilişkilendirilen Hubris sendromu, gücü elinde bulunduranların kibirleri ve egolarından kaynaklanan davranış bozukluklarıdır. Liderlik gücünü elinde tutan insanların abartılı bir gurur ve kendine aşırı güven duyması; bununla birlikte başkaları için küçümseme duygusu yaşamasına Hubris sendromu denmektedir. Başarılı siyasi liderlerin sürekli aşırı güç deneyimleriyle şımarmasını temsil eden bir kişilik bozukluğu olan Hubris sendromu, popülizmin yükselişiyle dikkatleri üzerine çekti.
Hubris sendromuna sahip kişiler, her şeyin belirleyicisi, karar vericisi, oluşturucusu, en doğru kararın o kişinin kendisinden çıkabilecek olduğu sanrısı içindedirler.
Hubris, Yunancada “kibir” ve “küstahlık” anlamlarına gelmektedir. Yapılan tanımlamalara göre sendrom, öncelikle kişinin gücü tatmaya başlaması ve olayların merkezinde bulunmaktan keyif almasıyla başlar. Başarı ve gücü elinde bulundurma hissinin verdiği hazla devam eder. Zamanla narsizm, gerçeklikten kopuş ve hatta akli dengesizliklere varan seviyelere ulaşabilir. Bu seviyelere ulaşan sendrom ile artık bağımlılık yapan gücü bırakmak kişi için çok zordur ve kişi bunun olmaması için her yolu denemeye hazır olabilir. Son 100 yılda dört hükümet başkanı kibir sendromu geliştirmiş olarak seçildi: David Lloyd George, Margaret Thatcher, George W. Bush ve Tony Blair.
İngiltere’nin en ünlü başbakanlarından Margaret Thatcher’ın güce yaklaşımı şu şekildedir: “Güçlü olmak soylu bir kadın olmak gibidir. Eğer başkalarına güçlü olduğunu anlatmak zorunda kalıyorsan, güçlü değilsin demektir.” Güç, liderlere geleceği şekillendirme potansiyeli sunmaktadır. Güç sayesinde radikal değişiklikler yapabilir, var olanı değiştirebilir, yeni şeyler geliştirilebilir ve kötü giden işler düzeltilebilir. (Reffo ve Wark, 2016: 85)
Günümüzde, her şeye gücü yetme duygusu ve aşırı özgüven ile karakterize edilen işlevsiz davranışları tanımlamak için kullanılan bu kavramdan Donald Trump, Vladimir Putin, Brezilya’da Jair Bolsonaro, Macaristan’da Viktor Orbán ve Suriye’de Beşar Esad gibi birçok siyasi liderin de etkilendiğini belirtmek isterim. Bu bir “egomania” ve özellikle iktidardaki erkekler arasında oldukça yaygın.
Hubris sendromu ve narsisizm arasındaki fark nedir?
Aşırı güven, kendini beğenmişlik, kibir, üstünlük göstermek… Tüm bunlar narsisizme benziyor değil mi?
Narsistik kişilik bozukluğu ve kibir sendromunun belirtileri arasında bir miktar örtüşme olduğu doğrudur. Bu alanda öncü bilim insanlarından David Owen da dahil olmak üzere bu alandaki araştırmacıların bazıları, iki rahatsızlığın tek bir süreklilikteki farklı noktalar olduğunda mutabıktırlar.
İşin özü şudur:
Narsistik kişilik bozukluğu: Adından da anlaşılacağı gibi, bu bir kişilik bozukluğudur. Tipik olarak geç çocukluk veya erken ergenlik döneminde ortaya çıkan, teşhis edilebilir bir akıl sağlığı durumudur.
Kibir sendromu: Bu, kişiliğin bir sonucu değil, çevrenin bir sonucudur. Kibir sendromu, güce ulaşıldığında ortaya çıkar ve iktidara sahip olmayla, ezici bir başarı ile ilişkilendirilmeyle, yıllarca elde tutulan liderlikle gelen bir iktidar bozukluğudur. Kibir sendromu konum hastalığı olarak görülmelidir.
David Owen’a göre kibir sendromuna özgü olduğu düşünülen davranışlardan bazıları şu şekildedir:
- Bulunduğu makamda güç gösterisinde bulunmanın ve zaferler kazanmanın çok önemli olduğunu düşünmek.
- Hakkındaki algıyı iyileştirmek için kendisini hep iyi gösterecek durumlarda bulunmaya eğilim, kötü gösterecek durum ve yerlerden kaçınmak.
- İmaj ve görünümle ilgili orantısız kaygılanmak.
- Basit eylemlerinden bile imkânsızı başarmış edasıyla ve abartarak bahsetmek.
- Kendisinden üçüncü tekil şahıs zamiriyle ya da “biz” diye söz etmek.
- Kendisiyle ulusu ya da kurumu özdeşleştirmek.
- Sıklıkla artan bir yalnızlaşmanın eşlik ettiği gerçeklik duygusunun kaybı.
- Kendi yargılarına aşırı güven, aynı zamanda başkalarının öneri ve eleştirilerini küçümsemek.
- Huzursuzluk, acelecilik, düşünmeden kararlar almak.
- Kibirli tarzından dolayı rasyonel kararlar alamama ve dolayısıyla başarısızlık.
- Yüceltilmeye ihtiyaç duymak.
- Kendi bakışı ve çıkarlarıyla ulusun/ kurumunkini özdeşleştirmek.
- Her şeyi kişisel olarak başarabileceğine dair mutlak inanç.
Teşhisin anahtarı, kişinin önemli bir güç konumunda olması ve yukarıdaki davranışlardan bazılarını geliştirmenin habercisi olarak belirli bir süredir bu konumda bulunmasıdır. Güç kaybolduğunda davranışların azalması muhtemeldir.
Kurumsal dünyada da gerçeklikten tamamen kopmuş ve etraflarındaki her şeyi kontrol ettiklerine inanarak aşırı özgüven besleyen insanlar görmek nadir değildir. Otomotiv endüstrisinin ünlü yöneticilerinden Renault-Nissan-Mitsubishi İttifakı’nın eski CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı Carlos Ghosn’un, profesyonel hayattaki yükselişi de kariyerinin zirvesindeyken Japonya’da yolsuzluk suçlaması ile tutuklanması; Japonya’da tutulduğu ev hapsinden kendi memleketi olan Lübnan’a kaçışı da medya manşetlerinde her zaman kendine yer buldu.
1999 yılında Renault ile Nissan’ın ortaklık kurmasına öncülük eden Carlos Ghosn, 2001 yılında Nissan’ın hem CEO’su hem de Yönetim Kurulu Başkanı oldu. Ghosn, Nissan’daki görevlerine ek olarak 2005 yılında Renault’un CEO’su ve 2009 yılında da şirketin Yönetim Kurulu Başkanı olarak görevlendirildi. Lübnan’da kaçak hayatı süren ve kendisinin masum olduğunu savunan Carlos Ghosn çok fazla gücü elinde tutuyordu. Ghosn döneminin karanlık yüzü buydu. Carlos Ghosn ağır bir bedel ödemeye devam ediyor. Ghosn gibilerin aksine Tesla ve SpaceX’in kurucusu, Elon Musk gibi isimler güçlenecek görünüyor.
Fransız filozof Alain 1952 tarihli “Politique” adlı kitabında “kontrolsüz her güç deliliğe yol açar” diye yazmıştı. Kontrolsüz güce sahip olanların gerek devlet başkanlığında gerek kurumsal dünyada deliliklerinin bedelini masum insanlara ödetmemesi, Hubris sendromu yaşayan liderler için işlerin genellikle kötü bittiğinin unutulmaması dileğiyle…