NOSAB Yönetim Kurulu Başkanı Erol Gülmez, “Ekonomik sıkıntıların karşısında 2024 yılını tedbirli davranarak, atlatmayı hedefliyoruz. Özellikle 2025’in ikinci yarısında hükümetin enflasyonu düşürme yolunda adımları atacağı beklentisiyle hareket ediyoruz. Genel anlamda iş dünyası olarak, 2024’ü kayıp yıl olarak değerlendiriyoruz” dedi.
Bursa’da 17 organize sanayi bölgesi arasında ilk üçte yer alan ve ağırlıklı otomotiv sektörüne ev sahipliği yapan Nilüfer Organize Sanayi Bölgesi, gelişimini istikrarlı şekilde sürdürüyor. Hızla büyürken çevreci kimliğinden de ödün vermeyen ve 2025 hedefli ikinci arıtma tesisine hazırlanan NOSAB, yenilenebilir kaynakları da bünyesine katarken; yakın zamanda belgeli Yeşil OSB olmayı bekliyor. Ülke ekonomisindeki dalgalanmalardan etkilenseler de hükümetin ekonomik değişimi başlatma kararlılığı karşısında umut taşıdıklarını ve ülkenin geleceğine inandıklarını belirten NOSAB Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Erol Gülmez ile ülke ve sanayi gündemini konuştuk.
Ekonomik sorunlarımız halen devam ediyor. Süreci nasıl yorumlarsınız?
Aslında hükümet, radikal değişim ve dönüşümü başlattı. Örneğin, Hazine ve Maliye Bakanı değişikliği, bunun belirgin bir örneği oldu ve kararlılıkları gösterdi. Bu süreçte geçmişte olduğu gibi popülist politikaları tercih etmek yerine ekonomik dönüşüme odaklandılar. Faizleri kademeli olarak artırarak ve seçim kaybetme pahasına emekli maaşlarında iyileştirme yapmamak gibi adımlarla değişimi gösterdiler. Ancak sanayi sektörü ciddi anlamda zor durumda ve yanlış yönetim ile kararlar sonucunda şu an bu noktadayız. Bu da çalışanları, esnafı ve sanayicileri olumsuz etkiledi. Enflasyonun hızlı artışı, gelir artışlarının etkisini azalttı ve toplumda genel bir mutsuzluğa neden oldu. Fakat yerel seçimlerle birlikte hükümetin ekonomik değişimi başlatma kararlılığı umut verdi. Bu zorlu süreçte umutlarını kaybetmeyenler, ülkenin geleceğine de inanmaya devam ediyor. Yalnız gıda enflasyonunda dünya birincisi olmak gibi endişe verici durumlar, ülkenin ekonomik sıkıntılarını ortaya seriyor, üzücü tabii…
Enflasyonu düşürme çabaları genellikle insanların satın alma gücünü azaltarak gerçekleşir. Alım gücü azaldığında talep azalır, bu da arz fazlalığına ve fiyatların düşmesine yol açar. Örneğin; bankalar konut ve araç kredilerini kısıtladıkça veya faizleri arttırdıkça, bu sektörlerde fiyatlar gerileme eğilimi gösteriyor. Bakanların ücretlerde iyileştirme yapmayı düşünmemesi de sabit gelire sahip olanların daha da fakirleşeceği ve alım gücünün düşeceği anlamına geliyor. Ancak enflasyonu düşürme çabalarının bir bedeli var ve bu bedeli öncelikle sabit gelirle çalışanlar, emekliler ve ardından tüketim olmayacağı için esnaf ve sanayiciler ödeyecek. Mesela; bölge sanayicilerinin kira ve işçilik ücretleri dahil üretim maliyetleri geçen yıl yüzde 200 ila 250 oranında artış gösterdi. Bu durum otomotiv sektöründe de yaşanmakta olup, yüksek üretim maliyetleri nedeniyle sektör yavaş yavaş başka ülkelere kaymaya başladı. Özellikle Mısır gibi ülkelerde işçi maliyetlerinin daha düşük olması, Türkiye’nin rekabet gücünü azaltmakta. Yüksek enflasyonla birlikte Türkiye’nin pazar kaybetme riski de artmakta. Bu durum otomotiv sektörü için ciddi bir tehdit oluşturmakta ve bu durumla gelecekte nasıl başa çıkacağımızı bilmiyoruz.
Enflasyonu düşürmek için gerekli olan mali sıkılaştırma politikalarıyla birlikte sanayinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Dönüşüm süreci, sorunsuz gerçekleşmeyecek ve birçok işletme zorluklarla karşılaşacak. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler, yani KOBİ’lerin çoğunda işletme sermayesi sorunu bulunuyor. Bu işletmeler, genellikle bankalardan yüksek faizlerle kredi alarak, işlerini yürütüyor. Ancak bu durum ürün maliyetlerini artırarak, karlılığı azaltıyor. Bankaların kredi vermemesiyle birlikte işletme sermayesi zayıf olan birçok firma zor durumda kalabilir, hatta iflas edebilir. Bu nedenle birçok firma da küçülme kararı almış ve personel sayısını azaltmış durumda. Mesela; geçen yıl eylül ve ekim aylarında biz de firmamızda küçülme kararı aldık ve 186 çalışanımızdan 106 kişiyle yollarımızı ayırdık, şu an 80 kişiyle çalışıyoruz.
Peki, bu sürecin ne zaman sona ereceğini öngörüyorsunuz?
Biz 2025 yılı ortasına odaklanarak, planlarımızı oluşturuyoruz. Ekonomik sıkıntıların karşısında 2024 yılını tedbirli davranarak, atlatmayı hedefliyoruz. Özellikle 2025’in ikinci yarısında hükümetin enflasyonu düşürme yolunda adımları atacağı beklentisiyle hareket ediyoruz. Bu dönem mevsimsel etkilerin yanı sıra gıda enflasyonunda da düşüş yaşanacağını, ülkemizin dövize olan borç ihtiyacının da nispeten azalabileceğini öngörüyoruz. Ancak genel anlamda iş dünyası olarak 2024’ü kayıp yıl olarak değerlendiriyoruz.
Sizce, bozulmuş bir ekonomi nasıl düzelir?
Bozulmuş ekonomiyi düzeltmek hiç de kolay değil. Enflasyon oranına paralel döviz kurunun da artması lazım ki sorun olmasın, yani şu an yaşadığımız gibi… Buna müsaade edilmediğinden ciddi makas oluşumu, enflasyonun çok yüksek kalması ve üstüne döviz artışının engellenmesi özellikle ihracatçıları zor durumda bıraktı. Döviz kuru serbest bırakılsa bile ekonomik dengelerin bozulması kaçınılmaz. Bu noktada planlama ve müdahaleler, firmaları olumsuz etkiliyor. İhracat, uzun ve zorlu süreç gerektiriyor. Yurt dışında müşteri bulmak ve güven kazanmak zaman alıyor. Süreçte hem şirketin hem de ülkenin ekonomik istikrarının sağlanması önemli bir faktör. Dolayısıyla ihracat yaparken, yaşanan döviz baskısının hafifletilmesi için uygun finansman yöntemleri bulunmalı. Bu şekilde ihracatçıların sıkıntıları biraz da olsun azaltılabilir. Hükümet açıklamalarında; istihdam ve ihracat odaklı firmaların destekleneceği belirtiliyor. Ancak henüz finansal destek adımlarını somut olarak göremedik. Şu an ihracatçılar olarak Exim Bank’ın sunduğu desteklerle ayakta kalmaya çalışıyoruz, fakat bu yeterli değil…
Yabancı yatırımcıların Türkiye’ye bakışını nasıl yorumlarsınız?
Demokrasi eksikliği ve yargının bağımsızlığı gibi ülkenin yönetimiyle ilgili sorunlar, yabancı sermayenin tercihini etkiliyor. Eğer ülkemiz dış dünyaya karşı bağımsız bir imaj sergileseydi, bu tür söylemlere ihtiyaç duyulmazdı. Yabancı sermaye, kendini güvende hissetmediği bir yeri bedava olsa da tercih etmiyor. Onlar için bedava olan şeyler, gelecekteki yatırımlarını riske atabilecekleri unsurlar barındırıyor. Dolayısıyla güvenli bir yatırım ortamı sunamadığımız sürece cazip bir ülke olamayız.
İstihdamı da konuşacak olursak; organize sanayi bölgelerimiz, istihdam açısından önemli bir barınak. Konuyla ilgili neler söylemek istersiniz?
NOSAB’ta yaklaşık 22 bin personelimiz var, bu yıllardır çok değişmedi. Çünkü bölgemiz yüzde 98 doluluk oranına sahip. Hatta firmalarımız burada büyüyemiyor, başka lokasyonlarda yatırım yapmak zorunda kalıyorlar. Ülkemizin sıkıntılı dönemlerinde de belirttiğim gibi kendi firmamda 106 personelim eksildi, ama bu genel toplama negatif yansımadı. Nedeni ise o arada başka firmalarda artılar oluyor ve 22 bin kişilik istihdam devam ediyor. Bölgemiz, yıllardır Türkiye’nin lokomotifi olan otomotiv sektörünün en yoğun olduğu bir bölge. Burada Alman, İtalyan, Fransız gibi çok sayıda yüzde 100 yabancı firma bulunuyor.
Genel olarak baktığımızda ise sıkıntılarımız mevcut. Özellikle iki ila üç ay içinde finansa eşimle ilgili çözüm olmazsa; üreticilerimizin faaliyetleri duracak noktaya gelecek ve ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Ancak şu an kan kaybı söz konusu değil.
Nitelik ve nicelik noktasında yetişmiş insan gücünde de ciddi problem yaşayan bir ülkeyiz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Bir yıl öncesine oranla sanayicilerin işgücü ihtiyacının önemli ölçüde azaldığını, hatta bazılarında tamamen ortadan kalktığını söyleyebilirim. Ancak nitelikli iş gücü konusunda hala önemli sorunlar yaşıyoruz. Endüstri meslek liselerinin işlevsizleşmesi ve önemini yitirmesiyle birlikte ülkemizde herkesin kolayca ön lisans veya lisans diplomasına sahip olabilmesi, nitelikli iş gücünde de enflasyona yol açıyor. Bu durum nitelikli iş gücü eksikliğini sürdürüyor. İşletmelerde sıkça karşılaştığımız manzara var; uluslararası ilişkiler veya benzeri bölümü bitirmiş, fakat iş bulamamış kişilerin, mavi yaka olarak işe başlaması ve zamanla vazgeçilmez hale gelmeleri. Bu tür lise veya üniversite mezunları, hızla üretim operatörlüğünden başlayıp, yönetici pozisyonlarına yükseliyorlar. Kendi işletmelerimde de benzer örnekleri mevcut. Öte yandan yeni mezun beyaz yaka çalışanlar için iş bulma süreci daha kolay olabilirken, bizim sektörümüzdeki mavi yaka çalışanlar için ortalama ücretler daha yüksek. Bu nedenle diplomalı kişiler, avantajları görebiliyor, meslek edinme kurslarına katılarak veya sıfırdan başlayarak hızla meslek sahibi olabiliyorlar. Hatta bugün birçok lise mezunu üniversiteye gitmek yerine doğrudan meslek edinme yolunu tercih ediyor.
Yapay zeka ve endüstri 4.0 ile ilgili düşüncelerinizi aktarır mısınız?
Ülkemizde yapay zeka konusu hala yeni ve genellikle detayları tam olarak anlaşılamayan bir konu. Ancak endüstri 4.0’a olan geçişimiz hızla devam ediyor. Karanlık fabrikaların kurulması ve dijital dönüşüm hedeflerimiz ve çalışmalarımız sürüyor. Bilginin hızı günümüzde toplumların refahını belirleyen önemli bir faktör. Bilgiye erişimin hızı arttıkça dünya genelinde büyük değişimler meydana geliyor. Yapay zeka, bilginin analiz edilmesi ve yorumlanmasında son derece hızlı olduğundan zaman kazandırırken, alınması gereken kararlarda hata payını da minimize ediyor. Bu nedenle yapay zekayı reddetmek mümkün değil, ancak ondan korkmamak da mümkün değil. Gelişmeleri yaşayarak göreceğiz. Sonuç olarak, bilgi hızı toplumların ve dünyanın refahını belirleyen kritik bir faktör.
Yeşil ekonomi konusuna değinecek olursak, neler söylemek istersiniz?
Yeşil ekonomi konusunda ülkemiz, Avrupa Yeşil Mutabakatını imzaladıktan sonra OSBÜK’te Yeşil OSB’lerle ilgili çalışma başlatıldı. Biz de NOSAB olarak Yeşil OSB yetki belgesi almak için başvurumuzu yaptık ve denetim için bekliyoruz. İhracat yapıyorsak, yeşil dönüşümü de yapmak zorundayız. Hatta ilk güneş enerjisi için faizlerin düşük olduğu süreçte tüm çatılarımıza ve uygun alanlara güneş enerjisi panelleri kurduk. Ekonomik kırılganlık nedeniyle şu anda yavaşlama olsa da kurmaya devam edeceğiz. İş insanları olarak yenilenebilir enerji gibi üç ila dört yılda geri dönen yatırımlara odaklanıyoruz. Dünyayı korumanın bir görev olduğunu düşünüyoruz. Toplumların eğitim düzeyi arttıkça çevre duyarlılığı da artıyor. Mesela Türkiye’de arıtmasız bir OSB yok. Bu arada 2025’te bitirmeyi planladığımız ikinci arıtma alanı için hazırlıklara başladık ve Dünya Bankasından onaylanmış kredimizin bürokratik işlemlerinin tamamlanmasını bekliyoruz.
“BELEDİYELERLE OSB’LER ARASINDA ÇIKAR ÇATIŞMALARI YAŞANIYOR”
Son olarak, OSB’lerin yerel yönetimlerle ilişkilerine de değinecek olursak, neler söyleyebilirsiniz?
Belediyelerle OSB’ler arasında çıkar çatışmaları yaşanıyor. Bunun nedeni ise OSB yasasının çıkması ve OSBÜK’ün güçlenmesiyle birlikte herkesin kendi meslek grubuna yönelik iyileştirme çalışmaları yapması. Bu durum yasalarda bazı değişikliklere yol açtıktan sonra belediyeler, OSB’lerden emlak vergisi, reklam gelirleri gibi gelirleri alamaz hale geldi. Bu da belediyelerin OSB’lerin bölgede bulunmasının kendilerine fayda sağlamadığı yönünde bakış açısı geliştirmelerine yol açtı. Sonucunda da yeni bölge kurma veya mevcut bölge sınırlarını genişletme girişimlerimizde belediyelerde engellerle karşılaştık. Ancak bu durumun görüşülerek, yeniden düzenlenmesi ve uzlaşma sağlanması da mümkün.
Bursa’da belediyelerin ve STK’ların kentin sanayiye doyduğu ve artık yeni sanayi tesislerinin gelmemesi gerektiği yönünde önyargıları da bulunmakta. Bunun tamamen doğru veya yanlış olduğunu söyleyemem. Ancak bazı sektörler, özellikle tekstil gibi taşınabilir nitelikte olduğu için farklı lokasyonlara kolayca taşınabilir. Bu bağlamda taşınabilir sektörlerin doğru teşviklerle başka lokasyonlara yönlendirilmesi, kentlere rahatlama getirebilir. Fakat otomotiv gibi taşınması güç sektörlerin genişlemesine imkan tanınması da şehre derinlik ve gelişim kazandırabilir. Sanayi bölgelerinin düzenlemesi, sektörel açıdan düşünülmeli, akılcı politikalarla yapılmalı. Böylelikle şehirde sanayi bölgesi artışı engellenebilir. Bursa özelinde ise sanayi bölgeleri, İtalya’da olduğu gibi taşınması güç olan mevcuttaki otomotiv sektörüne odaklanmalı. Diğer sektörlerse farklı alanlarda planlanabilir. Bu şekilde kent ve ülke ekonomisine daha çok katma değer sağlanabilir.