
Kocaeli-Gebze VI. (İMES) Makina İhtisas Organize Sanayi Bölgesi Bölge Müdürü Onur Kesici, “Siyasi gerilimler ve belirsizlikler, yatırım iklimini olumsuz etkiler. Yatırımlar, belirsizlikten ve kargaşadan kolayca kaçabilir. Bu nedenle, kamuoyunu ikna eden, şeffaf ve güven veren süreçler yürütülmeli. Sanayici, güçlü bir hikâyesi olan ve dış politikayla desteklenen yeni bir ekonomik program bekliyor” dedi.
Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde, 377 hektarlık alanda ve ilk fabrikasıyla 2010 yılında başlayan İMES OSB, 363 yerli ve yabancı sermayeli paydaşıyla Türkiye’nin en büyük makina ihtisas sanayi bölgesi unvanını taşıyor. Makina, otomotiv yan sanayi, demir-çelik, plastik enjeksiyon, cam sanayi ve ısıl işlem gibi çeşitli sektörlerde üretim yapan firmalar bölge cirosunun yaklaşık %40’ını ihracattan elde ederken, bazı firmalarda bu oran %70’i aşıyor.
Yüksek doluluk oranı ve katma değerli üretimiyle, İMES OSB ülke ekonomisinin lokomotiflerinden biri konumunda. Bölge, 3 milyar doları aşan ithalat ve ihracat hacmiyle ekonomik dönüşümde kilit bir rol oynuyor. İthalatın ciro içindeki payı %30 iken, ihracatın payı %40’lar seviyesinde seyrediyor. Cari fazla veren yapısıyla dikkat çeken İMES OSB, ham maddeden atıklarına kadar her aşamada verimliliği ön planda tutuyor. Bölge Müdürü Sayın Onur Kesici ile gerçekleştirdiğimiz röportajda; bölgenin ihracat dinamiklerini, sanayicilerin beklentilerini ve mevcut ekonomik koşulları ele aldık.
Siz, Türkiye’nin en büyük makina ihtisas sanayi bölgesini yönetiyorsunuz. Buradaki sanayicilerin ekonomiyle ilgili endişeleri ve beklentileri neler?
Bölgemizdeki sanayicilerle düzenli olarak gerçekleştirdiğimiz ziyaretlerde, özellikle bu zorlu dönemde dayanışma içinde olmanın önemini vurguluyoruz. Sanayicilerimize maddi bir destek sunamasak bile, onların sorunlarını dinlemeye özen gösteriyoruz ve bu sorunları ilgili bakanlıklar ve ilgili bürokrasiye aktarmak için çaba sarf ediyoruz. Şu an sanayi sektörü oldukça zor bir durumda. Yaklaşık bir buçuk yıl önce başlayan ekonomik program olumlu sonuçlar vermiş ve faiz indirimi döngüsüne girilmişti. Ancak, siyasi süreçlerin de etkisiyle yeniden bir sıkılaşma politikasına geçildi. Bu durum, zaten zorlanan sanayi sektörünü daha da karamsar bir havaya sürükledi ve programa olan inancı azalttı. Bugün gelinen noktada hem programın içeriği hem de uygulayıcıları tartışılır hale geldi.
Türkiye, kronik cari açık sorunu nedeniyle ortalama her on yılda bir kriz döngüsüne giriyor. 2008 küresel krizi ülkemizi nispeten hafif etkilese de 2018 Rahip Brunson krizi ciddi bir darbe vurdu. Pandemi dönemini hafif atlattık, ancak 2023 sonu ve 2024 başında ciddi bir ekonomik sıkıntı ile karşı karşıya kaldık. Uygulanan program, gelişmiş ülkelerde gördüğümüz talebi kısmaya yönelik bir politikaydı; faiz artırımlarıyla talebi düşürerek enflasyonu kontrol altına almayı hedefliyordu. Ancak, Türkiye’nin ekonomik yapısının bu programla uyumluluğunu tartışmak gerekir. Ülkemizde tüketim alışkanlıkları zaten genel olarak düşük seyrediyor. Otomotiv ve beyaz eşya gibi birçok alandaki veriler, tüketimin zaten sınırlı olduğunu gösteriyor. Gevşek para politikası nedeniyle insanlar, enflasyonist ortamda paralarını korumak için zorunlu alımlar yaptı. Ancak, bu alımların tüketim çılgınlığından kaynaklandığını söylemek doğru olmaz.
“YÜKSEK FAİZ YATIRIM İKLİMİNİ BOZUYOR”
Sadece faiz artırımlarına dayalı bir program, Türkiye’de üretimi durdurmaktan başka bir sonuç doğurmadı. Döviz kurlarının seviyesi için sanayiciler üretimden vazgeçme noktasına geldi. Bu politika, özellikle ihracatçıları ve yatırımları olumsuz etkiledi. Bugün sanayide yatırımlar ciddi şekilde azaldı ve sanayiciler arasında mutsuzluk hâkim. İhracatçıların desteklenmesi gerekiyor; bu destek maddi kaynaklarla sağlanamıyorsa, kur çıpasıyla gerçekleştirilmeli. Kur üzerindeki baskının hafifletilmesi, ihracatçılara rekabet gücü kazandırabilir. Aksi takdirde, Türkiye’nin sanayisizleşme sürecine girebileceğinden endişe ediyorum. Yüksek faiz ortamında, insanlar üretmek yerine paralarını tabiri caizse park etmeyi tercih ediyor. Bu durum enflasyonu düşürmediği gibi, görece üretim maliyetlerini artırıyor. Türkiye, üretimi ve arzı kısıtlı bir ülke olduğu için ithal ürünlerin üzerine para maliyeti eklendiğinde fiyatlar otomatik olarak yükseliyor. Bu da enflasyonun dizginlenmesini zorlaştırıyor.
Bölgemiz ihracat odaklı bir bölge ve bazı sektörlerde ciddi üretim yapılıyor. Ancak, mevcut kur seviyeleri nedeniyle ihracatçılar rekabet etmekte zorlanıyor. Politika yapıcıların bu konuda acil inisiyatif alması gerekiyor. Otomotiv yan sanayi ve ana metal sektörü, Türkiye’yi son 20 yılda ayakta tutan sektörler arasında. Pandemi döneminde turizm durduğunda ihracatta bu sektörler ön plandaydı. Krizi yönetmeyi biliyoruz, ancak mevcut politikaların sürdürülemez olduğunu kabul etmek gerekiyor. Uzun vadeli yüksek faiz politikaları, Türkiye gibi gelişmekte olan ve yatırıma ihtiyaç duyan bir ülkede yatırım iklimini bozuyor.
Sanayici, yeniden kalkınma ve sürdürülebilir bir ekonomiye dönüş için nasıl bir hikâye bekliyor?
Sanayiciler, güçlü bir hikâyesi olan ve dış politikayla desteklenen bir ekonomik program bekliyor. Suriye ve Ukrayna’nın yeniden yapılanması, Avrupa Birliği ile gümrük anlaşmalarının geliştirilmesi ve komşu ülkelerle ilişkilerin onarılması gibi adımlar büyük önem taşıyor. Türkiye’nin bu süreçlerde inisiyatif alması gerekiyor. İçeride ise sanayiciler huzur ve güven ortamı bekliyor. Yatırımlar, belirsizlikten ve kargaşadan kolayca kaçabilir. Bu nedenle, kamuoyunu ikna eden, şeffaf ve güven veren süreçler yürütülmeli. Siyasi ve yargısal süreçler yatırımları doğrudan etkilediği için sanayiciler bu tür belirsizliklerin ortadan kalkmasını ve cazip bir ortam yaratılmasını bekliyor.
“VERGİ KAÇAKÇILIĞIYLA MÜCADELE, DİSİPLİNSİZ YAPILARLA YAPILMALI”
Maliye yönetiminin son dönemde vergide şeffaflık ilkesi adına ciddi yaptırımlara gittiği görülüyor. Öyle ki, OSB’lerin giriş ve çıkışlarında fiziki olarak denetlendiği bir uygulama söz konusu. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Organize Sanayi Bölgeleri, Türkiye’de sanayinin en disiplinli ve kontrollü yapılarıdır. Cumhuriyetin yüz akı olan bu bölgelerde kaçak veya merdiven altı üretim mümkün değildir. Yangın yönetmeliklerinden atık yönetmeliklerine, faaliyet belgelerinden iş süreçlerine kadar her şey sıkı bir denetim altındadır. OSB’lerde denetim yapılmasını anlayışla karşılıyorum, ancak zaten disiplinli olan bu yapılara yönelik aşırı denetimlerin mantığını sorguluyorum. Vergi kaçakçılığıyla mücadele, disiplinsiz yapılarla yapılmalı. Kanuna ve nizama uyan OSB’lerin tekrar cezalandırılması mantıklı değil. Merdiven altı üretim, faturasız işler ve vergi kaçakçılığıyla mücadele edilmesi gerektiğini biz de savunuyoruz. Bakan Şimşek’in vergi kaçakçılığıyla mücadele hedefini destekliyoruz, ancak vergisini düzenli ödeyenlere yönelik ek yaptırımlar getirilmesi anlamsız. Öncelik, kayıt dışı ekonomiyle mücadele olmalı.
Bu uygulamalar, “çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi” ilkesine hizmet ediyor olabilir mi sizce?
Dünyada birçok ülke, vergi indirimleri ve teşviklerle yatırımı, üretimi ve istihdamı artırmaya çalışıyor. Örneğin, Almanya’da savunma sanayine yatırım yapanlar beş yıl vergi muafiyeti alıyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nde vergi oranları %5’e düşürülmüş, bazı yatırımlar tamamen vergiden muaf. İngiltere, yüksek vergiler nedeniyle yetkin insanlarını kaybediyor ve vergi indirimlerini tartışıyor. Türkiye’de ise eski söylemlerle hareket etmek yerine, yatırımı artıracak politikalar izlenmeli. Vergiyi değil, yatırımı artırmak önemli. Yatırım artarsa, dolaylı olarak vergi gelirleri de artar. Bu söylemi doğru bulmuyorum.
“DÜNYA İLERLERKEN YERİNDE SAYMAK, GERİ KALMAK DEMEKTİR”
İMES Makina İhtisas OSB’nin güncel verilerine göre üretimde son durum nedir?
Şu ana kadar üretimde ciddi bir gerileme yaşamadık. Ancak ben ilerlemediğimiz her anı gerileme olarak görüyorum. Dünya ilerlerken yerinde saymak, geri kalmak demektir. Geçen yıla göre enerji tüketimimiz, firma sayımız ve istihdamımız azalmadı. Ancak, geçmiş yıllarda %20-50 gibi parabolik büyümeler kaydederken, bu yıl büyüme %2’lerde kaldı. Bu, durmak anlamına geliyor. Rakibimiz kendimizse 20-30 yıl öncesine göre çok ilerideyiz, ama dünya ile kıyaslandığında geride kalıyoruz. Yarıştıklarımız Polonya, Çin veya Güney Kore gibi ülkelerse, aynı performansı gösterdiğimizi söyleyemem.
Bölgenizde ihracat kalemlerinde bir değişiklik var mı?
İhracat devam ediyor, ancak firmalarla yaptığımız görüşmelerde %5’e yakın bir düşüş yaşandığını ifade ediyorlar. Pazar kayıpları ve rekabet zorlukları dile getiriliyor. Otomotiv yan sanayi ve beyaz eşya gibi kritik sektörlerimiz olduğu için satışlar kesilmiyor, ancak yeni pazarlar bulunamıyor. Var olan pazarlarda kârlılık düşük ve firmalar zorunluluktan ihracata devam ediyor.
“DEMOKRASİ, FARKLI GÖRÜŞLERE SAYGI DUYMAYI GEREKTİRİR”
Son olarak, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) yöneticilerine uygulanan yaptırımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sivil toplum, demokrasinin temel taşlarından biridir. Bazı STK yöneticilerinin ifadelerine katılmasam da onların cezalandırılmasını doğru bulmuyorum. STK yöneticilerinin kendi alanlarıyla ilgili yorumlar yapması kıymetli, ancak şahsi yorumlardan kaçınmaları gerektiğini düşünüyorum. Hassas bir dönemde, bu tür yorumlar temsil edilen kitleye zarar verebilir. Bununla birlikte, fikirlerine katılmasak bile, bu yöneticilere yönelik ambargo veya sözlerinin engellenmesi gibi uygulamalar ülkeye fayda sağlamaz. Bu kurumlar, yıllardır sanayi ve burjuvazi geleneğinin oluşmasına katkı sunuyor. Uzun vadede demokrasiye ve ülkenin gelişimine hizmet ediyorlar. Türkiye’yi yurtdışında temsil eden bu yapılara yönelik kısıtlamalar, ülkenin imajına zarar verebilir. Eleştiri kültüründen korkmamalıyız. Fikrine katılmadığım birçok insanın bu ülkede üretim ve istihdam için çalıştığını biliyorum. Demokrasi, farklı görüşlere saygı duymayı gerektirir.