
Mıstaçoğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Mıstaçoğlu, “Dünya ticaretinde ciro açısından en büyük ilk 10 sektöre odaklanmamız lazım. Bu sektörlerde tüketici miyiz, üretici miyiz, rekabet gücümüz ne? Bunları analiz edip, gerekirse ilk üçüne veya beşine odaklanıp, özel çalışma gruplarıyla ilerlemeliyiz. Hatta öyle ki, stratejik öneme sahip ürünler üreten firmalara gerektiğinde devlet ortak olmalı” dedi.
1994 yılında temelleri atılan Mıstaçoğlu Holding, 30 yılı aşkın tecrübesiyle bugün teknoloji, mobil iletişim, madencilik, gayrimenkul geliştirme ve işletmeciliği başta olmak üzere toplam 14 farklı sektörde faaliyet gösteriyor. 2001 yılında Mobiltel İletişim Hizmetleri A.Ş.’yi kurarak telekomünikasyon sektöründe önemli bir oyuncu haline gelen grup, 202’de Omix markasıyla akıllı telefon ve ev teknolojileri pazarında da yerini aldı.
Uluslararası yatırımlarıyla da dikkat çeken grup, 2019 yılında açılan Sheraton Bishkek Hotel ile turizm alanında da faaliyet göstermektedir. Aynı zamanda BishkekPark AVM ve Prime Suites Residence gibi projelerin de yatırımcısı ve işletmecisi olan holding, 2024 itibariyle dünya teknoloji devi Oppo’nun Türkiye’deki üretim, satış ve servis operasyonlarını yürütmeye başladı.
Mıstaçoğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Mıstaçoğlu ile küresel üretim zincirindeki değişimden yerli teknoloji yatırımlarına, teşvik politikalarından tüketici alışkanlıklarına uzanan kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik.
Aydın Bey, öncelikle akıllı telefon ve ev teknolojileri alanındaki yatırımlarınızı konuşalım…
Bugün akıllı telefon, tablet, robot süpürge, modem gibi tüketici elektroniği ürünlerini kendi tesisimizde üretiyoruz. Türkiye’deki telefon pazarının yüzde 60’ına cevap verebilecek kapasitedeyiz. Yani Türkiye’nin en büyük üretim tesislerinden biriyiz. Hem üretim hacmini artırıyor hem de kaliteyi yükseltecek yatırımları sürdürüyoruz. Dünya ile entegre, rekabetçi ve yenilikçi bir üretim modelimiz var.
Omix markanızın gelişimi hedeflerinize uygun mu ilerliyor?
Omix bizim kendi markamız. Bu alanda hem üretim hem Ar-Ge yatırımlarımız devam ediyor. Özellikle geçen yıl devreye aldığımız kendi fabrikamızla birlikte, ürün kalitemizi ciddi oranda artırdık. Arıza oranları neredeyse sıfıra indi. Teknik servis süreçlerimizi de kendimiz yönetiyoruz ve gelen ürünler 24 saat içinde onarılarak müşteriye teslim ediliyor. Bu da müşteri memnuniyetinde rekor seviyelere ulaşmamızı sağladı.
Oppo ile iş birliğiniz nasıl ilerliyor?
Oppo zaten global anlamda en yüksek kaliteye sahip markalardan biri. Biz de onlardan aldığımız bilgi birikimiyle ciddi bir üretim disiplini geliştirdik. Oppo müşterisi bir kere kullandı mı, kolay kolay markasını değiştirmiyor. Bu da bizim için çok büyük bir güven göstergesi. Şu anda Omix tarafında da üç yeni modelin hazırlığını yapıyoruz. Özellikle genç kullanıcılar için güçlü işlemciler ve yüksek performans hedefliyoruz.
ABD’nin Çin menşeli ürünlere getirdiği gümrük tarifeleri, küresel tedarik zincirlerini yeniden şekillendiriyor. Bu gelişmeleri Türkiye açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün dünyada yaşanan jeopolitik ve ekonomik dalgalanmalar, bazı sektörlerde kabuk değişimini zorunlu kılıyor. Bu tür dönemlerde birilerinin yaşadığı kriz, başkaları için fırsat haline gelebiliyor. Türkiye olarak biz de bu dönüşümün tam ortasındayız. Son 20 yılda özellikle işçilik maliyetlerinde yaşanan artışla birlikte artık bir kırılma noktasındayız. Katma değeri düşük sektörlerden, daha ileri teknolojiye dayalı ve yüksek katma değerli alanlara geçmemiz gerekiyor.
Bu bağlamda ABD’nin Çin’e karşı attığı adımlar Türkiye için büyük bir fırsat. Çin halen dünyanın üretim üssü, ABD ise küresel finansın merkezi. Bu iki güç arasındaki rekabet Türkiye’ye avantaj sağlayabilir. Yakın zamanda Çin’e yaptığımız ziyarette, birçok küresel markayla görüştük. Hepsi, mevcut gümrük tarifelerinin sürdürülemez olduğunun farkında ve alternatif üretim noktaları arayışında. Her şirket bir “B planı” oluşturma derdinde. Türkiye bu noktada güçlü bir aday. Gerçek bir üretim yaparsak hem Amerika hem Avrupa pazarında hem de Afrika, Orta Doğu ve Orta Asya gibi yakın coğrafyalarda çok güçlü bir tedarik merkezi haline gelebiliriz.
Bu hedef doğrultusunda siz, şu anda ne tür yatırımlar yapıyorsunuz?
Şu an hem üretim tesisimizi geliştiriyoruz hem de üretim maliyetlerini düşürecek teknolojik yatırımlara yöneliyoruz. İnsan gücüne dayalı üretim yapısında kalarak rekabetçi olmak zor. Bu nedenle daha robotik sistemlere geçiş için çalışmalar yapıyoruz. Tam otomasyona geçmesek bile, üretim hatlarımızı daha verimli ve daha az insan gücüyle çalışır hale getirmeye gayret ediyoruz.
Türkiye’nin teknolojik gelişim sürecini nasıl değerlendirmektesiniz?
Türkiye sanayi olarak bu yolculuğun henüz başında. Özellikle tekstil gibi bazı sektörlerde rekabet gücümüzü kaybetmemizin sebebi, teknolojik yatırımların zamanında yapılamamış olması. Bugün birçok üretim,
Vietnam ve Mısır gibi daha ucuz işgücü sunan ülkelere kayıyor. Çin ise hem ucuz iş gücünü hem de Endüstri 4.0 ve 5.0 teknolojilerini kullanarak hâlâ rekabetçi kalabiliyor. Türkiye’nin bu süreçte geride kalmaması için artık daha akıllı, bağlantılı ve verimli üretim süreçlerine geçmesi gerekiyor.
Son dönemde Çinli teknoloji firmalarının Türkiye’ye ilgisi arttı. Siz bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yatırımcıyı sıcak para amacıyla değil, istihdam ve üretim katkısıyla değerlendirmek lazım. Eğer gelen yatırımcı fabrika kuracak, istihdam yaratacaksa, elbette gelsin. Ancak sadece dolar bozdurup faizden kazanç sağladıktan sonra ülkeden çıkanların Türkiye’ye bir katkısı olmuyor, aksine ülkeyi sömürüyor. Bu nedenle yatırımcıyı üretime, teknolojiye ve istihdama yönlendiren özel teşvik modellerine ihtiyaç var. Bugünkü klasik teşvik sistemlerinin ötesinde, belirli sektörlerde, stratejik alanlarda odaklanmış desteklerin devreye alınması gerekiyor.
“KAMU KURUMLARI YERLİ ÜRÜNLERİ SAHİPLENMELİ”
Yerli ve milli üretimi destekleme konusunda nasıl bir strateji benimsenmeli sizce?
Yerli üretimin gelişmesi için öncelikle kamu kurumlarının da bu vizyona sahip çıkması gerekiyor. Biz mesela teknoloji ürünleri üretiyoruz. Ama kamu alımlarında hâlâ yabancı markalar tercih edilebiliyor. Oysa Cumhurbaşkanımız yerli ve milli üretimin önemini sürekli vurguluyor. Bu söylemin, bakanlıklardan genel müdürlüklere, kamu iştiraklerinden alım kararlarını veren bütün yöneticilere kadar hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu bir milli görevdir.
Yerli markaların toplumda karşılık bulamamasını neye bağlıyorsunuz?
Bu, sabır ve süreklilik isteyen bir süreç. Usanmadan çalışmamız, kaliteyi artırmamız, kulaktan kulağa tavsiyeleri çoğaltmamız gerekiyor. Ancak elbette reklam ve pazarlama gücü de önemli. Global markalarla aynı bütçelere sahip olmadığımız için bu konuda medyanın da bize destek vermesi, belli bir seviyeye gelene kadar yerli markaların görünürlüğünü artırması gerekiyor.
Türkiye’de üretilen ürünlerin kalitesi ve satış sonrası hizmetleri konusunda mı bir tereddüt var acaba?
Bence asıl sorun alışkanlıklar. Örneğin biz, Oppo ve Omix markalarıyla akıllı telefon üretiyoruz. Fabrikamızda ürettiğimiz cihazlarda arıza oranı binde 26. Yani %1’in bile altında. Oysa global markaların bile ortalama arıza oranı %1 ile 1.5 arasında. Bu teknik kaliteyle kendimizi ispatladık. Artık milliyetçiliği sadece sınır savunmasıyla değil, ekonomik bağımsızlıkla da tanımlamamız gerekiyor. Yerli markaya güvenmek, milli bir duruşun parçasıdır.
“DAHA GÜÇLÜ TEŞVİKLERE İHTİYACIMIZ VAR”
Bu süreçte sektör temsilcileri ve kamu arasında nasıl bir iş birliği kurulmalı?
İstanbul Ticaret Odası’ndaki komitemizde 7 bin üyemiz var. İTO’nun toplamda 700 bin civarında üyesi olduğunu düşünürsek, burada binlerce farklı fikirden söz ediyoruz. Dolayısıyla öncelikleri iyi belirlemek gerekiyor. Dünya ticaretinde ciro açısından en büyük ilk 10 sektöre odaklanmamız lazım. Bizim sektörümüz olan tüketici elektroniği, dünyadaki en büyük sektörlerden biri. Bu sektör güçlü bir şekilde desteklenmeli. Bu sektörde daha güçlü teşviklere ihtiyaç var. Bu sektörlerde tüketici miyiz, üretici miyiz, rekabet gücümüz ne? Bunları analiz edip, gerekirse ilk üçüne veya beşine odaklanıp, özel çalışma gruplarıyla ilerlemeliyiz. Hatta öyle ki, stratejik öneme sahip ürünler üreten firmalara gerektiğinde devlet ortak olmalı. Dünyada bunun örnekleri var.
Sizce, Türkiye’de yüksek teknolojiye dayalı üretim modeli nasıl inşa edilebilir?
Bugün Almanya’da bir otomotiv devinin yaşadığı sorun doğrudan başbakanın gündemi olabiliyor. Bizim de bu tür bir yaklaşım geliştirmemiz gerekiyor. Devletin sektöre ortak olması, gerektiğinde hissedar olarak destek vermesi önemli. Böylece bireysel çabaların ötesinde, kurumsal ve sürdürülebilir bir büyüme yakalayabiliriz.
Son olarak, turizm ve inşaat alanındaki yatırımlarınızdan da bahseder misiniz?
Turizmde Kazakistan Bişkek’te Sheraton markasıyla Marriot grubuyla iş birliği içindeyiz. 2019’da açtığımız otelimiz, Marriot’un Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’daki Sheraton otelleri arasında müşteri memnuniyeti ve hizmet kalitesi açısından ilk 10’da. Bişkek’te ayrıca bir alışveriş merkezimiz de var ve orada da ciro ve ziyaretçi sayısında açık ara öndeyiz. Tüm yatırımlarımızda kendimizi müşteri gibi düşünüyoruz: “Müşteri ne ister?” sorusuyla hareket ediyoruz. Bu yaklaşım da başarıyı beraberinde getiriyor.