Uludağ İçecek’in Avrupa’daki rakipleri arasında en hızlı büyüyen firma olduğunu, ilk 5’ten ilk 3’e doğru yükseldiklerini söyleyen Erbak-Uludağ İçecek A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet H. Erbak, dünya markası olma yolunda ciddi adımlar attıklarını vurguladı.
Ülkemizim köklü sanayi kuruluşlarından ve içecek sektörünün en bilinen markalarından birisi olan Uludağ İçecek ülkemizde olduğu kadar Avrupa’da iddialı. Erbak-Uludağ İçecek A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet H. Erbak ile iddialı hedeflerini ve kuraklıktan ambalaj sıkıntılarına kadar içecek sektöründeki birçok konuyu konuştuk.
Yaşanan su sıkıntısı içecek sektörünü nasıl etkileyecek?
Bu sene beklenmedik bir şekilde mevsim kurak geçiyor. Çevremizdeki coğrafyada da aynı şekilde kurak geçiyor. Geçen hafta Balkanlarda 20 derecenin üzerinde sıcaklıklar görülmüş. Akdeniz ülkelerinde de aynı kuraklık görülmekte. Geçmişten bugüne sıcaklık değişikliklerini ben çok iyi takip ediyorum. 1977 yılı yaşanan kuraklığa çok benziyor. 1977 Şubat ayında iyi hatırlıyorum, Marmara Bölgesi’nde 24 dereceyi bulan sıcaklıklar vardı ve kar da yağmamıştı. Maalesef bu sene de aynı kuraklığı yaşayacağımızı tahmin ediyorum. Bu yalnızca kaynak sularını değil, bütün her şeyi etkileyecektir. Dünyada su miktarı hep aynı, değişmiyor. Dünyadaki su yer değiştiriyor; mevsimsel olarak, yıllara ve coğrafi koşullara bağlı olarak. Bugün bölgemiz maalesef susuz bölge olmaya mahkûm hale geliyor. 77’de kış ve ilkbaharda ve yağış yoktu. Yaz da kurak geçmişti. Eylül ayına kadar hiç yağmur yağmamıştı. Türkiye bunu yaşarsa buğdaydan tutun akla ne geliyorsa her şey çok kötü etkilenecek. Bir tehlike daha var çok korkutucu olan; Uludağ’da Şubat ayında meşe ağaçları yeşerdi, şimdi bunun arkasından bir de Nisan ayında don yaparsa ekoloji ve köylümüz bundan çok büyük zarar görecektir.
Su zengini bir ülke olduğumuz söylense de aksine su fakiri bir ülkeyiz. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçenlerde Çevre Bakanımız bir açıklama yaptı. Türkiye’nin su zengini olmadığını açık bir dille anlattı. Türkiye’de su kaynaklarının büyük bir kısmı denize akıyor. Örneğin Doğu Karadeniz Bölgesi’ne ihtiyacın üstünde su düşüyor. Toroslar’dan Akdeniz’e akan suları ve Karadeniz Dağlarından akan suları İç Anadolu’yataşıyacak bir proje vardı. İnşallah devam ediyordur. Nüfusu 80 milyonu geçmediği takdirde, Türkiye’nin kendi su kaynaklarıyla yetinebileceğini düşünüyorum. Hayatını suyla kazanan ve yaklaşık 140 yıldır bu işle uğraşan şirketin başı ve münhasıran 85 yıldır meşrubat,maden suyu, su satarak hayatını kazanan bir ailenin bir ferdi olarak, benim inancım Türkiye bunu aşabilir. Yalnız burada çok planlı, programlı hareket edilmesi lazım. İnanıyorum ki devletin de yol haritaları vardır. Ben bunları bilmiyorum, ama su, maden suyu mevzuatında birlikte çok güzel çalıştık. AB müktesebatına uyumlu hale getirmek için. Bunu çok çabuk yaptık. Zannedersem en kolay uyum sağlanan konulardan biri. Uyum konusunda ufak tefek sorunlar dışında hepsini aştık. Ben yapı olarak ülkemi de çok sevdiğim için her şeye olumlu taraftan bakıyorum. Her şeye çözüm bulunacağına inanıyorum.
Doğal kaynaklardan elde edilen sularda kalite sorunu da olduğu biliniyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Bu dünyada da var. Yirminci asrın başına geldiğimiz dünya nüfusunun 1.5 milyar olduğu tahmin ediliyordu. Bugüne geldiğimizde dünya iki büyük savaş görmüş. Buna rağmen biz bugün 7 milyarı geçtik. Yapılan araştırmalara göre insanlık tarihi boyunca 120 milyar insan ölmüş. Baktığımızda dünyada kaynaklar değişmiyor, ama insan nüfusu sürekli artıyor. İnsan susuz altı gün dayanabilir. Su olmayınca plantasyon olmuyor. Plantasyon olmayınca oksijen olmuyor. Oksijen olmayınca biz olmuyoruz. Çin, Hindistan gibi nüfusun yoğun olduğu yerlerdeki yeraltı sularında çok büyük kirlenmeler var. Niye, çünkü çok fazla kimyasal ilaç suya karışıyor. Bu dünyanın en büyük risklerinden bir tanesi. Tamam dünyada denizler çok. Oradan tatlı su elde edilebilir ama o sudan tarım olmaz. Çünkü yağmur suyunun yerini tutmayacağı için, o sularla yetişen meyvenin sebzenin tadı olmaz. Türkiye bu konuda önlem almadığı takdirde gelecekte bazı sıkıntılar yaşayacaktır. Bursa Ovası, 20-30 metreye kadar kirli. Derelerimiz, akarsularımız Nilüfer haricinde kirli. Tabii ki sadece bununla sınırlı değil. Yeşilırmak da, Kızılırmak da, Sakarya da kirli. Kısacası, Türkiye’nin bütün akarsuları bir şekilde kirletildi. Bu sular tarımda kullanılıyor mecburen. Kontrol de edilmiyor.
Suların plastik ambalajlarda satılması sağlık açısından tartışılıyor. Bu kapsamdaki yorumunuz nedir?
Aslına bakılırsa bu konuda ortada dolaşan iddiaların hiç biri kanıtlanmamış. Polikarbonat ambalaj, damacana dediğimiz ambalajları 1985 yılında Türkiye’ye ilk biz getirecektik. Kaliforniya’da çıkan bir kaynak suyu vardı. Biz Amerikalılar ile sohbet ederken “polikarbonat ambalajları burada üretelim” dediler. O zaman da İstanbul’da su sıkıntısı vardı. Belediyeler şehir dışından tankerlerle su taşıyordu. Ve bu işten büyük de para kazandılar. Ben projeyi aldım, Sağlık Bakanlığı’na gittim. O günün bürokratik yapısı bu proje ile ilgilenmedi. Ben de işin peşini bıraktım. O zaman pet şişeler vardı ve bu konuda birçok tartışma vardı. 1988 yılına kadar Türkiye’de maden suyu yönetmeliği yoktu. O zamanın bürokratları bize inanmadılar. “Her şeyi en iyi biz biliriz” anlayışları vardı. Halbuki bizim bilgimiz de görgümüzde çok iyi. Biz boşuna marka olmadık. Bizim iftihar ettiğimiz, mütevazı olamayacağımız konu kalitemizdir. Babamın, dedemin bize öğrettiği bir şey var: “Bir şeyi kendin ve evlatların yiyip içirmiyorsanız, onu üretme”. Bu bize büyüklerimizden gelen vasiyettir. Polikarbonatlı ürünler saf hammadden üretildikten ve devletin iyi denetimi olduktan sonra bir sakınca olacağını sanmıyorum. Çok kaliteli üretim yapanlar var. Ama devlet denetim yapmıyorsa sorun orada aslında.
Ambalaj konusunda BPA konusu dünyada ön plana çıktı ve bazı ülkelerde de yasaklandığına dair bilgiler geldi. Neye dayanıyor bunlar sizce?
Ben bunlara inanmıyorum. Bence bunlar rekabette lobi faaliyetlerinin bir sonucu. Birileri bir şeyler çıkartıyor, diğerlerini karalıyor. Bilimsel olarak üniversitelerde rapor hazırlanıyor. Bir üniversite farklı rapor hazırlarken, diğer bir üniversite daha farklı rapor çıkıyor. Şimdi burada kime inanacaksınız.
İçecek sektöründe son yılarda aromalı maden sularında büyük artış var. Sizin de yeni bir ürünüz var. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aromalı maden suyunu ilk olarak İtalyanlar çıkarttı. Bunu Fransızlar takip etti. Daha sonra yayıldı ve Türkiye’de de üretilmeye başladı. Aslında maden suyu en sağlıklı içecek. Fakat gençler tadı tuzu yok diye fazla sevmiyor. Avrupa’da sağlıklı içecek olmasından dolayı insanlar alışsın diye meyveli soda haline getirdiler. Maden suyu 40-50 yılda oluşuyor. Hemen oluşan bir içecek değil ve zengin mineraller içeren doğal bir içecek. Çok sağlıklı ve dünyada giderek yaygınlaşıyor. Avrupa’da meyveli içecek bir trend oldu. Bu aslında bir zenginliktir. Üretimde ilk zamanlarda yönetmelikler uygun değildi. 90’lı yıllarda Sağlık Bakanlığı’nı ikna ettik. Yeni bir yasal düzenlemeyle üretmeye başladık.
Maden suyu sektöründe istediğiniz hedeflere ulaşabildiniz mi?
Bu sene bütün meslektaşlarımızla birlikte şişe sorunu yaşadık. O yüzden istediğimiz satış hedeflerine ulaşamadık. Şişecam yüksek iç talepten dolayı ihracatı kesti. Şişecam’ ile birlikte Pakcam’ın da üretimde olmasıyla bu sene değil, ama 2015 yılında bir rahatlama olacağını düşünüyorum. Fakat maden suyu sektörü istenilen düzeyde değil. Çünkü son derece sağlıklı olmasına rağmen maden suyu tüketimi fazla artmadı. Fakat aroma karışımlı maden sularıyla tüketim artış göstermeye başladı. Bu seferde şişe sorunu yüzünden istediğimiz oranda üretim yapamadık.
Meşrubatta ulusal anlamda sanırım istediğiniz noktaya ulaşamadınız…
Türkiye’de uzun bir dönemdir rekabet hukukundan gelen sıkıntılarımız vardı. Bir miktar düzeldi ama hala tam düzelmiş değil. AB müktesebatına göre rekabet hukukumuz uyumlu hale delirse, o zaman mamullerimizi tüketicilere ulaştırırız. Özellikle horeka (ev dışı tüketim) grubunda hukuka aykırı yapılan anlaşmalar yüzünden biz hep kaybediyoruz. Ama bu da düzelecek. Biz Almanya’ya her gün 2-3 konteyner mal gönderiyoruz. Almanya’daki dönercilerin yüzde 98’inde bizim ürünlerimiz var. Bunu iftiharla söylüyorum. Ama aynısını Türkiye’de yapamıyoruz. “Benim başka markayla anlaşmam var” diyorlar. Demokrasi oturdukça, Türkiye’deki sağlıklı yapı daha da güçlendikçe, bunlar düzelecektir diye düşünüyorum. Mutlaka dünya standartlarında rekabet hukuku gelecektir. Limonatada yüzde 60 Pazar payına sahibiz. Dünyada eşi benzeri yok. Uludağ olarak gazozda ve meyveli maden sularında şu anda piyasa lideriyiz. Gazozda marka lideriyiz. Her yaptığımızın en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Testlerde en iyisi değilse yapmıyoruz. Muhteşem bir Ar-Ge’miz var. Pazarda kola hariç iddialıyız ve bölgede en büyük oyuncu olmaya oynuyoruz. Avrupa’da inanıyorum ki biz bunu başaracağız. Avrupa’daki rakiplerimiz arasında en hızlı büyüyen firmayız.İlk 5’teyiz. İlk 3’e doğru yükseliyoruz. Dünya markası olma yolunda ciddi adımlarımız var.
Erbak-Uludağ olarak 2013’ü nasıl geçirdiniz?
2013 kötü geçmedi. Ama beklediğimiz gibi de olmadı. Çünkü dediğim gibi bu bizdendeğil, cam şişe sıkıntısından kaynaklandı. Büyük sıkıntılarımız oldu ve bu nedenle yaklaşık yüzde 20 ciro kaybımız oldu. Tabii ki bu açığı karşılayacak finansal gücümüz olduğu için bizi fazla üzmedi. Bir de geçtiğimiz yaz serin geçti ve Mayıs ayındaki olayların hızlı tüketimde olumsuz etkileri oldu. Bu üç ters faktör bizi etkiledi. Aslında sadece bizi değil herkesi etkiledi. Ama buna rağmen geçtiğimiz sene yüzde 15 büyüdük. Busene Ocak ve Şubat aylarında çok iyi gidiyoruz. Bir gerçek var ki satış ve pazarlama olarak çok güçlü bir yapımız var. Bugün 4 büyük metropolde 300-400 arabayla elemanlarımız her gün satışa çıkıyor. Bu kolay bir iş değil. Bunu yapamayan arkadaşlar sıkıntı yaşıyorlar. İhracat olarak yaklaşık yüzde 16 ihracatımız var. Avrupa’da Türklerin yoğun olduğu bölgelerde her markette malımız var.
Son olarak, yabancılarla ortaklığa nasıl bakarsınız peki?
Bizi yutacak bir ortaklığı kabul etmeyiz. Uluslararası pazarda bizi yüceltecek, bizi dünya markası yapacak herhangi bir ortaklığa varız. Yalnız ahlaken, fikren, bize uyması lazım. Hukuka saygılı, inançlarımıza saygılı, geleneklerimize, göreneklerimize saygılı olmalılar. Bugüne kadar çok dev firmalar bize ortaklık teklifi etti ama bize uymadığı için reddettik.