Türkiye’deki hiçbir laminant üreticisinin yabancılarla kıyaslandığında eksiği olmadığını vurgulayan Turanlar Group Yönetim Kurulu Üyesi Murat Turan, Peli Parquet markası altında yerli hammadde ve yerli teknoloji ile Türkiye’de üretim yaptıklarını bu nedenle hiçbir yabancı markanın kendileriyle rekabet etme şansı olmadığını söyledi.
Turanlar Group, 1953 yılında Hasan, Fuat ve Nihat Turan kardeşler tarafından kurulmuş bir aile şirketi. Üretim faaliyetlerini Vezir Köprü Orman Ürünleri ve Kâğıt Sanayi A.Ş., Pelit Arslan Kontrplak Fabrikası A.Ş. ve Pelit İnşaat Kalıp Sist. San. ve Tic. AŞ. Şirketleri altında yürüten grup orman ürünleri endüstrisi, deniz nakliyat, müteahhitlik, turizm, gıda ve kağıt sektörü gibi bir çok alanda faaliyetlerini sürdürüyor. Biz de grubun orman ürünleri ve kağıt sektöründeki faaliyetlerini ve hedeflerini Turanlar Group Yönetim Kurulu Üyesi Murat Turan ile konuştuk.
Söyleşimize Turanlar Group’u tanıyarak başlayabilir miyiz?
Grubumuzun temelleri 1953 yılında atılmıştır. Bir aile şirketiyiz. Grubumuz üretim faaliyetlerini, Vezirköprü Orman Ürünleri ve Kâğıt Sanayi A.Ş. , Pelit Arslan Kontrplak Fabrikası A.Ş. ve Pelit Kalıp Sistemleri şirketleri üzerinden yürütmektedir. Peli Parquet Turanlar Şirketler Grubu bünyesinde yer almaktadır. Hymen, zımpara, homag, paketleme, depolama iş süreçleri kapsamında, parke üretiminde 200 kişiyi ve grup olarak ise 450 kişiyi istihdam ediyor.
Pelit Arslan, kontrplak, laminant ve özellikle otobüs, tren ve yat dekorasyonunda kullanılması zorunlu olan yanmaz B1 sınıfı kompakt laminant ve kontrplak üretimini gerçekleştirirken; Vezir Köprü fabrikası ise, şirketler grubunun vitrini sayılan Peli Parquet ve mobilya sektörüne sunta, suntalam, MDF ve son beş yıldır poşet çay kağıdı üretimini gerçekleştiriyor.
Peli Parquet markası ile ürettiğimiz ve ithal ettiğimiz ürünlerle birlikte yıllık 120 milyon metrekare civarı büyüklüğü olan parke pazarında % 20 paya sahibiz.
Yerli laminant parke ile ithal laminant parke arasındaki farkı değerlendirecek olursak neler söyleyebilirsiniz?
Türkiye’deki orman ürünleri sektörü devamlı kendini geliştiren, yatırım yapılan, son derece büyük bir sektördür. Türkiye pazarı, 120 milyon metrekare laminant parke satışıyla herkesin ilgisini çektiği gibi bizim de ilgimizi çekiyor. Türkiye’deki hiçbir laminant üreticisinin yabancılarla kıyaslandığında eksiği yoktur, hatta fazlası vardır. Bizler en yeni ve yerli teknolojiyi kullanan, Türkiye’deki ormancılığı teşvik eden yatırımcılarız. Yerli hammaddeyle çalışıyoruz. Türkiye’de hiçbir yabancı ürünün bizimle rekabet etme şansı yoktur. Çünkü biz Türkiye’de üretiyoruz, yerli teknoloji ile üretiyoruz. Türkiye’de Çin’den, hatta Avrupa’dan gelen kalitesiz mallar var. İnsanlar sırf “made in Germany” yazdığı için hem kalitesi düşük hem pahalıya ürünler de alıyor Türkiye pazarında. Esasen aradaki tüccarlar bu paraları kazandılar. Nihai tüketiciler kandırılmış oldu. Bununla ilgili Yonga Levha Sanayicileri Derneği bir tedbir geliştirerek esasen bu firmaların anti damping kuralını çiğnediklerini ispatladı. Bununla ilgili tedbirler alındı ve uygulamaya kondu.
Biz de Peli Parque olarak Ar-Ge’ye daha fazla yatırım yaparak, tasarıma daha fazla değer vererek laminant parkenin girebildiği mekanların sayısını arttırdık. Ürün çeşitliliğine önem verdik. Herkesin aradığı ürünü bulabilmesini teminen çalışma yaptık. Müşterilerimiz arasında oteller, alışveriş merkezleri, mağazalar var. Son yıllarda özellikle turizm sektöründe müşteri sayımızda ciddi artış oldu.
İhracat çalışmalarınızı da konuşalım. Yurt dışında hangi ülkelerle çalışıyorsunuz, neler yapıyorsunuz?
Laminant parke Avrupalıların dünya genelinde hakim oldukları bir pazar. Özellikle Avrupa, Afrika, Kuzey Afrika, Ortadoğu onların tekelinde bulunuyor. Biz Türk firmaları olarak bu pazarlarda daha yeniyiz. Peli Parquet olarak biz komşularımızla 2015’ten itibaren gittikçe artan bir ticaret hacmine sahibiz. En az Türkiye’deki kadar satabilmenin, var olmanın çalışmalarını yapıyoruz. 2017 yılı Peli Parquet’nin özellikle ihracatta çok hızlandığı bir sene olacak. Çünkü biz 2016 yılında birinci faz diye adlandırdığımız bölgelerde yatırımlarımızı yaptık. İlk etapta Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika’da yapılandık. Başta İran olmak üzere Ortadoğu’da 2017 yılından itibaren ciddi çalışmalarımız olacak.
Peki, nasıl bir yapılanmanız var bölge için?
Ama bulunduğumuz coğrafya bürokratik engellerin olduğu, farklı para politikalarının çalıştığı, kendine özel çözümler gerektiren bir bölge. Öncelikle büyük toptancıları ikna ettik. Ülkelerindeki alt bayiliklerini organize ettik. Oralarda fuarlara katıldık. Kimi ülkelerde lojistik avantaj sağlamak için bizzat depo açtık. Her ülkeye has çözümler ürettik. Zaten kötü bir algımız yok Türk malı olarak. En iyi ürünümüzü Avrupa’daki rakiplerimizden daha ekonomik şartlarda sunuyoruz. Ancak uluslararası ticaretin de çok zor olduğu bir dönemdeyiz.
İran pazarı size ne ifade ediyor?
İran pazarı 20 sene önceki Türkiye’yi çağrıştırıyor, fırsatları çağrıştırıyor. Doğru yapılanırsak uzun yıllar kazanç sağlayabileceğimiz bir pazarı çağrıştırıyor. Benim açımdan çok rahat seyahat edebildiğim, her yerinde kendi dilimi konuşabildiğim, çok rahat ticaret yapabildiğim bir ülke İran. Para transferlerinde ve gümrüklerde zorluklar var. Ama genel olarak hepimiz işin iyi tarafını görüyoruz.
Kağıt sektöründeki yatırımlarınız ve hedeflerinizden bahseder misiniz?
Kağıt yatırımına 2011 yılında başladık. Özellikli kağıtlar üretmek üzere Samsun’un Vezirköprü İlçesinde tesis kurduk ve devreye aldık. Bu tesis ağırlıklı olarak poşet çay kağıdı üretimine odaklanmış durumda. Zaten Türkiye’nin ihtiyacı da bu yönde. Daha önce yüzde yüz ithal ediliyordu. Esasen bu kağıdı da dünyada biz dahil 5 firma üretiyor. Çok yüksek know-how gerektiren, kendine has özellikleri olan bir ürün. Yani içinden çayı kaçırmayacak, demin tadını iyi verecek, kokusu olmayacak, suda çözülmeyecek ve gıda gibi olacak. Bu çok zor bir üretim.
Hangi pazarlara hitap ediyorsunuz?
Güney Amerika’dan Hindistan’a, Arjantin’den Çin’e kadar ihracat yapan bir noktaya geldik. Türkiye’de ÇAYKUR, Doğuşçay, Ofçay bizim müşterimiz oldular. Rusya, İran ve Mısır da ihracat yaptığımız ülkeler arasında yer alıyor.
Kağıt sektöründe yeni yatırımlarınız olacak mı?
Gelecekte daha farklı kağıt ürünleri üretecek ve bir limana yakın yeni bir tesis düşünüyoruz. Artık o know-how bizde var, o insan kaynağına da sahibiz. Artık bundan sonra nasıl büyüyebileceğimizi, neler yapabileceğimizi biliyor. Çay poşet kağıtlarında, kahve filtre kağıdında özellikle bizim coğrafyamızda büyük bir pazar olduğunu ve bunu da karşılayabileceğimizi de biliyoruz. Turanlar Group, özellikli kağıtlarda büyüyecek. Sonrasında yağ ve hava filtrelerinde özellikli kağıtları da yeni tesisimizde üretebileceğiz.
Türkiye’de endüstriyel ormanlar çoğalsın diyoruz. Endüstriyel orman bağlamında Türkiye ne durumda ve siz ihtiyaçlarınızı ne ölçüde karşılayabiliyorsunuz?
Türkiye, ormancılık konusunda daha işin başında yer alıyor. Endüstriyel ormanlar Türkiye’de yapılabilir ve yapılmalıdır da. Zaten küçük ölçeklerde yapıldığını görüyoruz. Endüstriyel ormanı yaşatabilmeniz için makineleşmeniz lazım. Ancak şu anda kiralanan özel orman alanlarını, orman köylüsü kendi malı olarak görüyor. Dolayısıyla, orada herhangi bir yapılaşmaya veya makineleşmeye müsaade etmeyebiliyor. Ama onlara birtakım yeni ekonomik kaynaklar sağlanırsa, ki odun dışı bitkilerden bahsediyorum, ve eğer devlet doğru orman alanlarını bizim gibi firmalara sağlarsa bu işin doğru noktalara gideceğini düşünüyorum.
Türkiye’de son 10 yıldır geri dönüşüm çalışmaları var. Bu konudaki çalışmalarınızdan da bahsedelim…
Açıkçası ahşap ürünlerinde geri dönüşüm ciddi manada yok. Türkiye, özellikle kentsel dönüşümle beraber ciddi bir konut reformuna niyetlendi. Yıkılan binalardan çıkan ahşaplar değerlendirilmesi gereken ahşaplardır. Bunları sunta fabrikalarında değerlendirebiliriz. Devletin bir düzenlemeyle bu artıkların bu fabrikalara yönlendirilmesini sağlamalıdır. Aksi takdirde bunlar yakılacak veya yok edilecek. Bir bedel ödeyerek uzaklaştırma yapmak yerine bunları yonga veya sunta yaparak ekonomiye kazandırmak son derece akılcı olacaktır. Bizler bu konuda hazırız. Bunları ayıklayacak, tekrar kazandıracak şekilde yeterli tesis mevcut. Bununla alakalı Çevre Bakanlığına, Orman Bakanlığına başvurularımız oldu ama henüz bir yol kat edemedik.
Turanlar Group olarak Ar-Ge ve inovasyona yıllık ayırdığınız pay nedir?
Laminant parkede lisans bedeli ödeyen bir firmayız. Ciddi bir bedel ödüyoruz. Bununla alakalı ciddi teşvikler de var ama takdir edersiniz ki sanayicilerin Türkiye’de üretim yapması dünyanın en zor işlerinden birisidir. Ar-Ge’ye olması gerekenden çok daha geç bütçe ayırmaya başladık. Şu anda Ar-Ger çalışmalarımıza Vezirköprü’de devam ediyoruz. İstanbul’da bir Ar-Ge merkezi planlıyoruz. Bunun için İstanbul’daki fabrikanın taşınmasını bekliyoruz. Esasen yıllardır üniversitelerle devam eden iyi bir işbirliği içindeyiz. Mesela en son enerji verimliliği konusunda ciddi çalışmalar yaptık. TÜBİTAK’tan özellikle kağıt üretimine yönelik destek aldık. Ama henüz Ar-Ge’de istediğimiz noktada değiliz. Kuracağımız Ar-Ge merkeziyle orman ürünlerinde, özellikle parke üretiminde çok daha farklı bir noktaya gideceğiz.
Hükümetin Ar-Ge ve inovasyona verdiği destekleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Girişimcinin esasen pozitif ayrımcılığa tabi tutulması lazım her bakımdan. Sadece sanayi üretimini kastetmiyorum, hizmet de, bilim de, sanat da üretebilirsiniz. Bir malı satanla üreten arasında bir farkın oluşması lazım ki Türkiye gelecekte var olsun, daha da ilerlesin. Bugün bizim konuştuğumuz şeyler 30-40 sene önce Avrupa’da konuşulmuş olan şeyler. Almanya’da Ar-Ge’ye Türkiye bütçesinin üzerinde bütçe ayıran gruplar var. Finansman ve yetişmiş insan kaynağı açısından onların çok gerisindeyiz. Kopyalayarak bir yere gitme şansımız yok. Biz bu konuda Avrupa Birliği müktesebatına bağlıyız. Dolayısıyla onlardan daha fazla çalışmak ve daha fazla bütçe ayırmak zorundayız.
Son açıklanan teşvik paketine bakış açınız nedir?
Bütün çıkan teşvik paketleri başlangıçta iddialı ve beklentileri yüksek bir şekilde açılıyor ama sonradan hüsran olabiliyor. Tabii, kötümser bakış açısıyla bakmamak lazım ama üretim sadece teşviklerle olmuyor, ülkenin içinde bulunduğu durum ciddi etkiliyor. Bence son 7-8 yılda hazırlanan teşviklerin ilçe bazında organize edilmeyişi büyük eksikliktir. Türkiye’nin gelişmiş yerleri var tabii ki. Mesela Samsun, coğrafi avantajları olan gelişmiş bir yer. Oraya teşvik vermeyebilirsiniz ama Vezirköprü ya da Kavak ilçeleri öyle değil. Burada ciddi bir nüfus var ve bu insanlar da buradan göç ediyorlar. Dolayısıyla, bunu engellemenin birinci yöntemi istihdamın yaratılmadığı her noktada bu teşvikin sağlanmasıdır. Siz bu teşviki her yere verin. Ondan sonra yavaş yavaş kısarak doğuya yönlendirin. Diğer taraftan Türkiye’nin farklı süper projelere ihtiyacı olduğunu da düşünüyorum. Mesela Atatürk Cumhuriyeti kurarken nasıl kamu eliyle birtakım yatırımları yaptıysa, bugün de bazı yatırımları kamu eliyle yapabileceğimizi düşünüyorum. Güzel yönetilen kamu ya da özel Türk şirketleri var. THY güzel bir örnek, ÇAYKUR güzel bir örnek. Artık şimdi ikinci bir Atatürk ruhuna ihtiyaç var. Şimdi Türkiye’nin özelleştirecek bir şeyi kalmadı, ihtiyaç da kalmadı. Artık devletin birtakım yatırımlar yaparak, Türkiye’ye katkı yapacak şirketleri millileştirerek Türkiye’de katma değerli üretimin önünü açabileceğini düşünüyorum.