Sera Yatırımcıları Ve Üreticileri Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Gaye Neslihan BUDAKLI
Son zamanlarda gıda üretiminde kullanılan tüm işlemlerin, gıda güvenliği için önemli bir konu olduğu bilinmektedir. Sağlıklı beslenmeye olan ilginin arttığı ve ilaçla tedavinin yerine beslenmenin alternatif tıp haline geldiği bir dönem yaşanmaktadır. Gıda terörü deyiminin duyulması ardından neredeyse karşıtı olan biyogüvenlik teriminin duyulması da yakın zamana aittir. Biyogüvenlik, modern biyoteknoloji uygulama tekniklerini ve modern biyoteknoloji ürünlerinin insan ve hayvan sağlığı ile çevre üzerinde oluşturabileceği olumsuz etkilerin belirlenmesini ve belirlenen risklerin oluşma olasılığının ortadan kaldırılmasını ya da risklerin ortaya çıkması durumunda oluşacak zararların kontrol altında tutulması için alınacak önlemleri kapsamaktadır.
Biyogüvenlik ilgili konular 1970’lerden itibaren tartışılmaya başlanmıştır. Bilim insanları; herhangi bir canlı organizmadan DNA parçalarının klonlanabilmesinin tıp, tarım ve endüstri alanında yarar sağlayabileceğini kabul etmişlerdir. Ancak insan sağlığı ve çevre için zararlı etkilerinin de araştırılması gerektiğini savunmuşlardır. Bu düşünce sonucunda, Dünya Ticaret Örgütü tarafından sanitasyon ve bitki sanitasyonu ölçümleri uygulaması anlaşmasına, biyolojik dönüşüm ve Biyogüvenlik ilgili protokollere imza atılmıştır. Genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların ve bunlara ait ürünlerin kısa ve uzun vadede insan sağlığına ve çevreye ne gibi etkilerinin olacağı tam olarak bilinememektedir. Bu nedenle 24 Mayıs 2000 tarihinde Türkiye de dâhil olmak üzere 130 ülke, genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünleri riskli kabul eden “Biyogüvenlik Protokolü’nü” imzalamışlardır. Biyogüvenlik protokolünde özellikle Biyogüvenlik unsurlarından söz edilmektedir. Biyogüvenlik unsurları; risk tanımı, risk analizi, risk değerlendirme, risk yönetimi ve risk iletişimi olmak üzere beş önemli ana unsurdan oluşmaktadır. Türkiye’de Biyogüvenlik, 5977 sayılı yasada “İnsan hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliği korumak için genetiği değiştirilmiş organizma ve ürünleri ile ilgili faaliyetlerin güvenli bir şekilde yapılması” olarak tanımlanmıştır. Pek çok ülkede modern biyoteknoloji ürünlerin insan, hayvan, bitki ve çevre sağlığına etkileri açısından denetimini sağlamakla yükümlü kurumların Türkiye’deki karşılığı olarak 2010 yılında kurulan Biyogüvenlik Kurulu, temelini aynı yıl kabul edilen Biyogüvenlik Kanunu’ndan alıyordu.
Türkiye’deki genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) faaliyetleri ve ürünleri ile ilgili başvuruların değerlendirilmesi görevini yerine getiren Kurulun, Biyogüvenlik Kanunu’nun 10. maddesine göre görevini yaparken bağımsız olduğu ve hiçbir organ, makam, merci ve kişinin Kurula emir ve talimat veremeyeceği belirtiliyor. 2010 yılında kabul edilen 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu gereğince kurulan ve biyoteknolojik tarım ve gıda ürünlerinin denetimini üstlenen Biyogüvenlik Kurulu 02.08.2018 yılında kaldırılmıştır. Özellikle GDO tartışmalarında sıkça gündeme gelen Kurulun yetkileri Tarım ve Orman Bakanlığı’na devredilmiştir.
Ülkemizde uygulanan Biyogüvenlik yasasının temel amacı ise; Ulusal ihtiyaçlar doğrultusunda modern biyoteknolojinin mevcut ve gelecekteki avantajlarından güvenli bir şekilde yararlanırken modern biyoteknolojinin kullanımıyla geliştirilmiş ürünlerin muhtemel zararlı etkilerine karşı insan ve hayvan sağlığının korunması ve biyoçeşitliliğin sağlanabilmesidir. Biyogüvenlik Kanunu kapsamına giren ürünler ile ilgili olarak; GDO ve ürünlerinin Onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması, Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı, bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması ve genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi yasaktır.
Sonuç olarak, ülkemizde transgenik bitkilerin serbest ticaretine ve ithalatına sınırlıda olsa izin verilmektedir.