
Narkonteks Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Tolga Narbay, “Ticaret savaşlarından doğan yeni tarifeler, Amerikalı şirketlerin Çin’e bakış açılarını değiştirdi. Bu durum, alternatif arayışlarını hızlandıracak ve Türkiye için ciddi fırsatlar doğuracak. Bu tarifelerin açıklanmasının ardından birkaç Amerikalı şirket bizimle iletişime geçti bile. Amerika pazarı için büyük kapasitelere ihtiyaç duyuluyor ancak yeni bir yatırım yapmadan bile Türkiye’deki hazır kapasitenin, 3-4 Milyar Dolarlık ihracat artışı için yeterli olduğunu söyleyebiliriz. Bu da hazır giyim ihracatını 2024’teki 17,9 Milyar Dolardan 21-22 Milyar dolar seviyelerine çıkartabilir” dedi.
2005 yılında İzmir’de kurulan Narkonteks; iç giyim, termal giyim, spor giyim, ev giyim ve plaj giyim kategorilerinde farklı iklim koşulları ve yaşam alışkanlıklarına uygun ürünler üretiyor. Global markalara private label üretim yapan şirket, aynı zamanda kendi markası Blackspade’i büyütüyor.
Kurumsal iş kıyafetleri, koruyucu teknik tekstiller ve medikal tekstiller alanında da üretim altyapısına sahip olan firma, yurt içi ve yurt dışındaki devlet ihalelerinin yanı sıra özel sektörün ihtiyaçlarını da karşılayan önemli bir tedarikçi konumuna sahip. Narkonteks Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Tolga Narbay ile yaptığımız röportajda, sektörün mevcut durumunu ve hazır giyimde Türkiye’nin önündeki fırsatları ele aldık.
Öncelikle firmanız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Narkonteks, 2005 yılında İzmir’de kuruldu. Şu anda faaliyetlerini İzmir ve Van’daki iki merkezde sürdürüyor. Van’da üretim tesisimiz, İzmir’de ise genel yönetim ve üretim tesislerimiz bulunuyor. Toplamda 1.300 kişilik bir organizasyonuz; personellerimizin 600’ü Van’da, 700’ü ise İzmir’de ve mağazalarımızda çalışıyor. Van’daki yatırımımızı 2024 yılında tamamladık ve bir yıl içerisinde 600 kişiye ulaştık. Oradaki hedefimiz, çalışan sayısını 1.000-1.100 aralığına çıkarmak. İzmir’de ise mevcut kadromuzu koruyoruz. Temelde iç giyim, ev giyimi, termal giyim ve teknik tekstil alanlarında üretim yapıyoruz. Burada hem kendi markamız Blackspade ile hem de ağırlıklı olarak ihracata yönelik private label markalarla çalışıyoruz.
Üretim kapasitemizin %25’i Blackspade, %75’i ise ihracattan oluşuyor. Teknik tekstil grubu ise bu ihracat kapasitesinin %25’lik kısmını kapsıyor. Yurt dışında çeşitli ihalelere katılarak yanmaz kumaşlar, itfaiye kıyafetleri ve polis kıyafetleri gibi özel teknik tekstil üretimleri gerçekleştiriyoruz. Blackspade markamızla da 2007 yılında toptan satış kanalıyla çalışmaya başladık. Daha sonra Türkiye’de ve Dünya’da kurumsal zincirlerle iş birliği yaptık ve ardından kendi mağazalarımızı açarak büyümeye devam ettik. Şu anda Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa ve Trabzon’da toplam 17 mağaza ile faaliyet gösteriyoruz. Oldukça geniş kapsamlı bir organizasyona sahibiz. İhracatta ana pazarımız Avrupa. Blackspade markamızla da AB ülkeleri ,İngiltere, Rusya, Türk cumhuriyetleri ve Orta Doğu pazarına ihracat yapıyoruz.
2024 sizin ve sektörünüz için nasıl geçti?
Sadece hazır giyim değil, tüm ihracat sektörleri için zorlu bir yıl oldu. Ancak en fazla etkilenen sektörlerden biri hazır giyim çünkü iş gücü yoğun bir sektör olduğu için TL bazındaki giderlerin payı diğer ihracatçı sektörlere göre daha yüksek. Bu durum başlangıçta bizi daha fazla etkiledi ancak şu anda hemen hemen tüm ihracatçı sektörler benzer sıkıntılar yaşıyor. TL enflasyonunun çok yüksek olması, finansman maliyetlerinin yükselmesi ve kur artışının enflasyon oranında gerçekleşmemesi tüm sektörleri olumsuz etkiliyor.
Ayrıca, yurtdışı pazarlardaki talep düşüşü, özellikle ana pazarımız olan Avrupa Birliği’ndeki ekonomik durgunluk, siparişlerimizi azalttı ve operasyonlarımızı zorlaştırdı. Bu nedenle, 2024 oldukça zorlu bir yıl oldu. 2025’in ise 2024’e kıyasla daha zor geçmesi bekleniyor. Bu yıl döviz kurunun ilk altı ay daha kontrollü seyretmesi, ikinci altı ayda ise bu etkinin biraz daha azalması ve bu dönemin daha rahat geçmesini bekliyoruz.
Hedefleriniz dahilinde 2025 yılını nasıl yorumlarsınız?
Sektör olarak kârlılıktan ödün vererek satış yapmaya devam ediyoruz çünkü müşterileri kaybettiğinizde geri kazanmak kolay olmuyor. Özellikle bizim gibi ihracat tarafında kapasite satışıyla çalışan firmalar için boş kapasite kalarak çalışmak mümkün değil, bu yüzden üretimi sürdürmek zorundayız. Ancak kârlılık anlamında ciddi zorluklar yaşıyoruz. Müşterilerin Uzak Doğu, Kuzey Afrika ve Türkiye’den alacakları ürünler için belirli bir fiyat beklentisi var. Türkiye’deki fiyatlarımız şu anda bu beklentinin üzerinde. Uzak Doğu’daki rakiplerimize kıyasla %40-45 daha pahalı durumdayız. Lojistik avantajımız, hızlı servisimiz, ar-e çalışmalarımız ve tasarım yeteneklerimiz sayesinde müşteriler %20-25 fiyat farkını kabul edebiliyor, ancak bunun ötesine geçmek istemiyorlar.
Bu nedenle fiyatlandırma yaparken müşteri beklentilerine göre hareket etmek zorundayız. Çalıştığımız firmaların çoğu Uzak Doğu ve Kuzey Afrika’dan da satın alma yaparak tedarik zincirlerini çeşitlendiriyor ve risklerini dağıtıyor. Türkiye’de fiyatlar yükseldiğinde, bu firmalar alımlarını azaltıp diğer tedarikçilerine yönelerek dengeyi sağlıyor. Türkiye’deki fiyat artışı, onların satın alma kararlarında doğrudan etkili oluyor. Özellikle şu anda Kuzey Afrika’daki Mısır, Fas gibi ülkelerde işçilik Türkiye’ye göre çok ucuz kalmış durumda. Ancak bu noktada Türkiye’nin çok ciddi bir tekstil ve hazır giyim altyapısı olduğunu unutmamak gerekir. Burada çok uzun süredir buna çok ciddi bir yatırım yapılmış ve bir önemli bir altyapı oluşturulmuş. Türkiye olarak iplikten son ürüne kadar tüm zinciri tamamlayacak kapasiteye sahibiz ama Kuzey Afrika ülkelerinde henüz bu seviyede altyapı yok. Dolayısıyla işçiliği orada ucuza halledebiliyor olsanız da Türkiye’nin kendine göre başka avantajları var.
“İŞ GÜCÜ ODAKLI ÜRETİMLER TEŞVİKLİ BÖLGELERE DOĞRU KAYIYOR”
Türkiye’de sanayiden hizmet sektörüne bir kayış gözlemliyoruz. Siz bu süreçte hangi zorluklarla karşılaşıyor ve bunu nasıl yönetiyorsunuz?
İzmir’de üretimi sürdürmek işgücü temini açısından zor çünkü sanayiye girmek isteyen insan sayısı giderek azalıyor. Bu yalnızca hazır giyim sektörü için değil, tüm sanayi kolları için geçerli. Gençler mezun olduklarında sanayide, üretimde çalışmak yerine genellikle hizmet sektörüne yöneliyorlar. Sanayi işleri giderek doğuya kayıyor ve bunun da zamanın getirdiği doğal bir dönüşüm olduğunu düşünüyorum. Örneğin hazır giyim üretimi önce İngiltere’de başladı, ardından Avrupa’ya kaydı. Daha sonra Doğu Avrupa’ya, oradan da Türkiye’ye geçti. Şimdi ise tekrar doğuya kayma sürecinde Türkiye’de teşvikli bölgelere doğru bir kayma sürecinde.
İş gücü odaklı operasyonları batıda sürdürmek her geçen gün zorlaşıyor. Bu nedenle, üretimi iş gücünün fazla, iş olanaklarının kısıtlı ve hizmet sektörünün daha az gelişmiş olduğu beşinci ve altıncı yatırım teşvik bölgelerinde sürdürmeyi daha uygun görüyoruz. Eskiden, usta dediğimiz kişiler küçük yaşlardan itibaren çalışarak kendilerini yetiştirir, makineleri öğrenir ve iş hayatına entegre olurlardı. Ancak günümüzde çoğu genç üniversite mezunu olarak kariyer yapmayı hedefliyor. Eğitim seviyesi yükseldikçe, ara personel açığı artıyor ve doğal olarak sanayide ve üretimde çalışmak isteyenlerin sayısı doğal olarak azalıyor.
Rekor seviyeye düşen doğum oranları Türkiye’nin genç nüfus avantajını kaybetmesine neden olacak gibi görünüyor. Bu durum sektörünüzü nasıl etkiliyor?
Türkiye’de doğum oranlarının düşmesi Türkiye’nin geleceği için ciddi bir sorun. Van’a yatırım yaparken en büyük kriterlerimizden biri genç nüfusun fazla olmasıydı. İzmir’de ortalama yaş 38-39 seviyelerindeyken, Van’da bu rakam 23 civarında. Bölgedeki işsizlik oranı %25’in üzerinde ve inanılmaz genç bir nüfus var. Üretimimizin doğuya kaymak zorunda olduğunu gösteren en önemli etkenlerden biri de bu oldu bizim için. Batıda daha katma değerli ürünlerimizi ve düşük adetli siparişlerimizi yönetirken, Van’da ise daha basic ve yüksek adetli siparişlerimizi yöneteceğimiz bir organizasyon kurmuş olduk.
Tekstil sektöründe konkordato sayılarının giderek arttığını ve büyük firmaların buna dahil olduğunu görüyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
2024 zor bir yıldı, 2025 ise daha da zorlu geçecek gibi görünüyor. Türkiye’deki ekonomik koşullar ve Avrupa’daki daralma nedeniyle herkes operasyonlarını nasıl daha verimli hale getirebileceğine odaklanmış durumda. Daha az kişiyle aynı veya daha fazla çıktıyı nasıl sağlayabileceğini hesaplıyor. Ancak zarar ederek iş yapmanın da bir anlamı yok. Bu çizgiyi iyi belirlemek gerekiyor. Sırf ciro elde etmek için zararına satış yapmak sürdürülebilir değil. Eğer bir iş zarar ediyorsa, uzun vadede devam ettirilmesi mümkün olmaz. Bu nedenle iflas ve konkordato haberlerini sıkça duyuyoruz.
Amerika’daki yeni yönetimin Çin’e uyguladığı tarifeler Türkiye için bir fırsat doğurur mu?
Türkiye için bu durumun avantajlı olacağını düşünüyoruz. Ticaret savaşlarından doğan bu yeni tarifeler, Amerikalı şirketlerin Çin’e bakış açılarını değiştirdi. Bu durum, alternatif arayışlarını hızlandıracak ve Türkiye için ciddi fırsatlar doğuracak. Bu tarifelerin açıklanmasının ardından birkaç Amerikalı şirket bizimle iletişime geçti bile. Amerika pazarı için büyük kapasitelere ihtiyaç duyuluyor ancak yeni bir yatırım yapmadan bile Türkiye’nin bu anlamda yeterli olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, serbest ticaret anlaşmaları gibi adımlar devreye girerse Türkiye büyük bir avantaj elde edebilir.
“YEŞİL MUTAKABAT ÜLKEMİZ İÇİN BİR ŞANS”
Sürdürülebilirlik açısından tekstil sektörü öncü görülüyor. Bu konuda firma olarak siz neler yapıyorsunuz?
Türkiye’nin avantajlarından biri de sürdürülebilirlik konusunda öne çıkacak olması. 2026’dan sonra Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat çerçevesinde birçok sektöre yeni sınırlamalar ve zorlayıcı koşullar getirilecek. Bu durum ülkemiz için bir avantaj haline gelebilir. Özellikle karbon emisyonu düşük olan yerlerden tedarik yapılmazsa şirketler ek vergiler ve yükümlülükler altına girecek. Türkiye bu durumu kendi avantajına çevirebilir. Biz de bu anlamda önemli bir yatırım yaptık ve çatı üstü güneş panellerimiz ile negatif karbon emisyonu veren bir firma haline geldik. Tükettiğimizden fazla enerji üretir durumdayız. Bu, birçok kurumsal ve büyük Avrupalı şirket için çok önemli bir kriter. Türkiye’nin bu konuda büyük bir şansı olduğunu düşünüyorum.
Sektörünüz adına merkezi hükümetten beklentileriniz nelerdir?
Sektöre yeni yatırım yapmak isteyen şirketlere özellikle 5. Ve 6. Bölgeler için bölgesel teşvikler mevcut. Bunun yanında 250’ye kadar personeli olan şirketlere aylık kişi başı 2.500 TL destek veriliyor. Bu teşvikin büyüklük ve ciro ölçeği konulmadan tüm hazır giyim sektörüne yayılması gerektiğini düşünüyoruz.
Ayrıca bir kur dönüşüm desteği de var. Eğer kur böyle devam ederse, bu oranın artırılması, % 10 seviyelerine çıkarılması, Türkiye’nin hazır giyim ihracatının 2022 sevileri olan 21-22 Milyar dolarlar seviyesine çıkması mümkün olabilir. Hazır Giyim sektörü, ihracata katkısı açısından çok önemli bir konuma sahip. Türkiye’ye sağlanan katma değerin devamı için bu taleplerin hayati olduğunu düşünüyorum.
Türkiye ekonomisinin gelişmesi için atılması gereken adımlar nelerdir?
Tüm paydaşların görüşleri alınarak ortak bir strateji belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Herkesin Türkiye’nin daha iyi bir duruma gelmesi için çalıştığına eminim. Ortak bir amaç belirlenip, tüm paydaşlar aynı masada bir araya gelirse, herkesin görüşlerine değer verilerek ortak bir yol bulunabileceğini düşünüyorum. Türkiye’nin büyük bir potansiyeli var. Genç nüfus, güçlü altyapı ve birçok sektördeki know-how doğru şekilde kullanılırsa, Türkiye çok daha iyi bir konumda olabilir.
Eklemek istediğiniz son mesajınızı da alabiliriz…
Özellikle Yeşil Mutabakat ve Amerika ile Çin arasındaki ticaret savaşları nedeniyle Türkiye’nin önünde büyük bir fırsat olduğunu düşünüyoruz. Bu fırsatı doğru adımlar atarak değerlendirebilirsek, çok büyük bir şansımız var. Umutsuz olmamalıyız; elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.