Savunma sektörünün çoğu sektöre kıyasla yüksek teknolojik yetkinliklere sahip olduğunu vurgulayan Savunma Sanayii Müsteşar Yardımcısı Serdar Demirel, Türk savunma sanayinin dünyada ilk 10’uhedeflediğini dile getirdi.
Son 15 yılda önemli bir gelişim ivmesi yakalayan savunma sanayinin önemli yapılarından biri de şüphesiz Savunma Sanayii Müsteşarlığı’dır. Kurulduğu 1985 yılından bu yana birçok projenin hayata geçirilmesini sağlayan kurum son yıllarda milli projelere odaklanmış durumda. Biz de Savunma Sanayii Müsteşar Yardımcısı Serdar Demirel ile bu gelişimi ve projeleri konuştuk.
Türk Savunma sanayinin bugün geldiği nokta itibariyle gelişmiş ülkelere göre neredeyiz?
Tarihte karşımıza çıkan örneklere bakacak olursak, Chrysler otomobil üreterek işe başlamıştır. Ardından ben bu işi çözdüm diye hissetmiş, kamyon, otobüs işine girmiştir. Ardından da tank işine girmiştir. Bunun tarihsel gelişimi bu şekildedir. Bu gemilerde de böyledir. İşe koster üreterek başlarsınız. Daha sonra transatlantik üretimine geçersiniz. Böyle bir gelişme sağlıyor savunma sanayimiz. Bugün Türkiye’nin yaklaşık 4 yıldır milli tankı var. Savaş gemisi üretmede belli bir tecrübemiz var. Savunma sanayi geri kalan reel sektörden daha dinamik ve farklı bir büyüme sergiliyor. Türk savunma sektörünün geldiği durum stabil olmayan bir durumdur. Sizin imalat endüstriniz belli bir seviyedeyken, henüz otomobil yapacak çıkmamışken, henüz cep telefonu yapamıyorken, en karmaşık uç bilgisayarları yapıyor olmanız, tanklarınızı yapıyor olmanız çok dengesiz bir durum. Bir çaba göstermeniz lazım. Biz Amerika Birleşik Devletleri’nin veya Almanya’nın lüksüne sahip değiliz. “Bizim bir savunma sanayimiz var, bırakalım kendi haline, o zaten kendi kotarır.” diyemeyiz. Biz savunma sanayini kendi haline bıraktığımız zaman savunma sanayi geri kalan sektörü bir miktar yükselterek kendisi de bir miktar inecektir. Bu kaçınılmazdır. Biz diyoruz ki; sektörün geri kalanı bize yetişsin, biz de bu arada daha ileriye gidelim. Savunma Sanayii Müsteşarlığı aslında rahmetli Turgut Özal’ın çok uzak görüşlü bir öngörüsü. Savunma sektörü bir lokomotif sektördür diye düşünüyor, özel bir kanunla Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nı kuruyor ve bir şekilde de bizim bu alanlara girmemiz devlet tarafından teşvik ediliyor. Şu anda geldiğimiz duruma baktığınız zaman Türkiye Cumhuriyeti ilk 20 içerisinde. Peki rakiplerimiz kimler? Her kuvveti için kendine özgü ayrı bir silah sistemi geliştirebilen ABD ve Rusya var. Bunların altında ikinci bir kademe var. Bunlar Fransa, Almanya, İngiltere gibi hakikaten teknik özellik olarak ABD ve Rusya ile yarışacak olan seviyede. Ancak ölçek ekonomisinden sıkıntılı ülkeler bunlar. Aşağı doğru birçok kademe var ama bizi ilgilendiren bundan sonraki kademe. İsrail, Güney Kore, Güney Afrika ve Türkiye var bu kademede. Bunlar bir üst kademeye çıkmanın yollarını arayan ve bu alanda yatırım yapan ülkeler. Aslında baktığınız zaman en modern silah sistemleri birinci sıradaki ülkelerde var. Niye? Onlar bir şekilde kendi sanayilerinde belli bir dengeyi kurmuşlar ve belli bir seviyede gidiyorlar.
Özetle şu anda Türk savunma sanayii, sanayinin geri kalanından çok daha üst seviyede teknolojik yetiye sahip. Dünya ile kıyasladığımız zaman da ilk 10 ülkenin arasına girme savaşı veren bir konumda.
Peki, eksiklerimiz nedir?
Biz, şu anda olayın mühendislik tarafındayız. Şimdi bir bilim tarafı var, bir mühendislik tarafı var. Her mühendisin bilimle desteklenmesi lazım. Şu anda mevcut teknolojileri kullanıyoruz ve kendimize en iyi uyacak helikopteri yapıyoruz, zırhlı aracı yapıyoruz, tankı yapıyoruz, gemileri yapıyoruz, denizaltıları yapıyoruz ama bizim burada durmamamız lazım. Bizim işin bilim yönüne inmemiz lazım. Bilim yönüne inmek inanın çok zor bir iş. Artık Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nı aşan bir iş. Belki ülke politikası olabilecek bir konu, belki Eğitim Bakanlığı’nı aşacak bir konu. Çünkü bunu dünyada yapabilen iki ülke var: Rusya ve Almanya. Hakikaten fizik teoremleri ortaya koyabilen, matematik problemleri üzerine kafa yorabilen bu ülkelerde çok ciddi bilim insanı portföyü var. ABD bunu beyin göçü ile sağlamaya çalışıyor. Bizim buralara doğru gitmemiz lazım.
Sizin bir de SAYP (Savunma Sanayii için Araştırmacı Yetiştirme Programı) diye bir programınız var. Bu program araştırmacı ihtiyacını karşılamada nasıl bir yere sahip?
Bu benim sorumlu olduğum bir proje değil. Bu yüzden çok detayını veremeyebilirim. Ancak, SAYP önemli bir adımdır. Bizim mümkün olduğunca genç beyinlerimizi moda sektörüne ya da turizm sektörüne yönlendirmektense buralara yönlendirmemiz lazım. Birçok dahi diyebileceğimiz arkadaş popüler kültürün etkisiyle çok alakasız yerlere kayıyor. Bu Türkiye’nin yönlendirme başarısızlığıdır. Bu demektir ki, buradaki bilimsel adımların önemini yeterince anlatamıyoruz gençlerimize. SAYP bu yüzden çok önemlidir. En azından gençlerde bir farkındalık yaratıyor.
Savunma sanayiinde son 7-8 yılda ciddi adımlar atıldı, ciddi mesafe alındı ama teknolojik gelişimin devamlılığı için eğitimde de bir reform olması gerekmiyor mu?
Aslında akademik sistemde hiçbir sıkıntı yok. Özellikle büyük üniversitelerimiz artık oturmuş. Çok kaliteli insan yetiştiriyoruz. Fakat işin kötü tarafı nereye ışık tutarsan orayı aydınlatırsın. Tabii burada suçu hemen Milli Eğitim Bakanlığı’na atıp kaçamayız. Savunma sanayinin ne yapması lazım? “Malzeme büyütme teknolojisini geliştireceğim.” ya da“Uçak motorlarındaki o minik pallerin alaşımını geliştireceğim.” demesi lazım. Metalurji mühendisleri, elektrik mühendisleri, üniversiteler başlayacaklar bunu araştırmaya. Bir noktaya gelip tıkanacaklar. Diyecekler ki “Biz elimizdeki teknoloji ile bunu geliştiremiyoruz.” Bu sefer fizikçiler ve kimyacılar devreye girecek. Bizim savunma şirketlerindeki firmalar üniversitelerdeki hocalarla daha yeni yeni tanışıyorlar. Bir süre sonra öyle hale gelecek ki herkes hocalarla işbirliğine gitmek zorunda kalacak. İşte bir proje verelim çalışılsın, biz destek verelim denecek. Bilim adamı olmadan iş yapamayacağımız noktaya hızla geliyoruz.
Bütçesel açıdan savunma sanayinin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütçe konusundan önce “babayiğit” konusunda kendi düşüncemi söylemek isterim. Devletin bir emredici rolü vardır. Bir de devletin uzakta durup teşvik etmesi lazım. Şimdi mesela devlet “Havayolu şirketi kuracak bir babayiğit yok mu?” demedi. “Hava taşımacılığına girin ben size teşvik sağlayacağım, kolaylık sağlayacağım.” dedi. İnsanlar “Burası çok güzel alan deyip, 2 uçak alayım ben de hava taşımacılığına başlayayım.” dedi. Pegasus, Atlas Air ve OnurAir bu şekilde kuruldu.
Bizim de yaptığımız aslında teşvik etmek. Bir şekilde yerli üretimi teşvik ediyoruz. Savunma sanayiinin kurulduğu alanlarda üreticilerin teşvik edilmesi gerekiyordu. Mesela; Nurol Holding daha önce Ankara-İstanbul arası demiryolu tüneli yapardı, inşaat yapardı. Bizim Nurol Holding’i zırhlı araç üretimi için ikna etmemiz gerekiyordu. Ya da Koç Grubu araba üretirdi. Bizim Koç gibi bir grubu ikna edip onları tank üretimine ya da askeri savaş gemisi üretimine sokmamız gerekiyordu. Bu örnekler çoğaltılabilir. Onlar da yatırımlarını yapıp bizim hedeflediğimiz alanlarda üretime başladılar. Bunlar kendi ekonomisini de doğuruyor. Biz Türkiye’de bir uçak yapıp buradan üretim bölümünde 3-5 bin tane uçak mühendisine de iş sağlayabilirsek ilaveten bunları dünyaya da satıp ciddi bir network oluşturabilirsek Türkiye’de bir çark yaratmış oluyoruz. Bizim de amacımız bu. Bunun için SSM’den buna bir para harcayacağız. Bu ne için? Motoru döndürmek için… Motor döndükten sonra bizim umudumuz Savunma Sanayii Destekleme Fonu’na daha fazla girişin olması.
Savunma sanayiinde güncel projeleri konuşacak olursak son durum hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Bütün projelerden bahsedemeyeceğim ama bana gurur veren ve heyecanlandıran projelerden biri olan Özgün Helikopter Projesi’nden bahsedebilirim. Şu anda Türkiye kendi 5 tonluk helikopterini geliştiriyor. Bu 8 ila 12 kişi arasında personel taşıyabilecek. Hem askeri hem sivil kullanımı olacak ve dünyada da örnekleri az olan niş bir markete hitap ediyoruz. Çünkü dünyada Bell helikopterleri gibi 4-6 kişilik helikopterler ve Sikorsky’nin helikopterleri gibi çok büyük helikopterler var. İkisinin de arasında bir helikopter ihtiyacı var. Düşünürseniz Türkiye bir helikopter ülkesi. Mesela Amerika’da helikopter bir lüks. Neden lüks? Çünkü alabildiğince düzlükler var. Çok geniş, her tarafta havalimanı var. Fakat Türkiye dağlık bir ülke. Ama ben şuna inanıyorum. On sene sonra Türkiye’de birçok devlet kuruluşunun ve özel kuruluşun en az 2 tane helikopteri olacak. Bizi o noktaya yavaş yavaş götürecek. Onun için Özgün Helikoptere ben çok önem veriyorum. Türkiye’de 1000-1500 arası helikopterin satılacağını öngörüyoruz askeri ve sivil alanda. Her şeyini sıfırdan, hatta motorunu da kendimiz geliştirecek şekilde belli çalışmalar yapıyoruz. Bu en sevdiğim projelerden bir tanesi. 2018-2019 yılları arasında ilk uçuşunu yaptıracağız bu helikopterin. Yine aynı şekilde geliştirdiğimiz milli savaş uçağımız var. Çünkü artık F16’ların her şeyini çözmüş bir savunma sanayi olarak F35 projesi kapsamında dünya ile beraber savaş uçağı üretiyoruz. Dokuz ülkenin ortak ürettiği bu uçağın bazı parçaları da bizim memleketimizde üretiliyor. Bazılarının tasarımları da Türkiye’de yapılıyor. Şimdi biz kendi uçağımızı yapabilecek kabiliyete eriştiğimizi düşünüyoruz. Bunun 2020’lere kadar uzanacak bir şey olduğunu düşünüyoruz ama bu da Türkiye’ye çağ atlatacak. Milli bölgesel yolcu uçağımız var. Bu 5 yıl içerisinde bitecek bir proje. İlk 35-40 kişilik versiyonlarını çıkartmayı ve 1-2 yıl içerisinde de tamamen yerli tasarım olan 70-90 kişi kapasiteli bölgesel yolcu uçaklarını çıkarmayı planlıyoruz.